Ömer Faruk Dönmez “yolcu ve burjuva” ikilemiyle; Doğu ve Batı, eski ve yeni, dindarlık ve laiklik, gelenek ve modernizm gibi kavramsal çatışmalara bir yenisini ekliyor gibi görünse de aslında: Doğulu veya Batılı olmak, dindar veya laik olmak, gelenekçi veya modern olmak, bir iddiadan ve adlandırmadan ibarettir diyerek tüm bu kategorilerin dışında, görmezden gelinemeyecek bir soruyu edebiyat ve düşünce dünyamızın gündemine taşıyor: “Zihnine, kalbine, hayatına bak ve cevap ver: Yolcu musun burjuva mı?”
Yolcu, bu dünyaya sırnaşmayan ve yerleşmeyen onurlu insandır. Bir insanı onurlu kılacak en önemli bilgiye, yani bu dünyanın fâni olduğu ve herkesin bir gün mutlaka öleceği bilgisine sahiptir ve yaşamını bu gerçeği unutmadan sürdürmeye çalışır. Burjuva ise dibine kadar bu dünyalıdır, menfaate dayalı toplum düzeninde yerleşik ve ölümü asla hatırlamadan yaşayan çıkarcı tipleri temsil eder.
Yolcu ve Burjuva; ölüm ve tanrı, adalet ve devlet, dünya ve burjuva, yol ve yolcu kavramlarına yoğunlaşarak insanın ontolojik hikâyesine ulaşmaya; hakikat yolcularının asimetrik yürüyüşünü, görüntüye tahvil edilemeyecek bir dil ve üslupla anlatmaya çalışır. Korkularını ve arzularını putlaştıran modern bireyin çıkmazlarını, dijital diktatörlük ve sınırsız özgürlük karşısındaki bocalayışını resmeder. Yüklerden sıyrılmak, fazlalıklardan arınmak, benliğin katmanlarından geçip enfüsî ve âfâkî sahte ilahlardan kurtulmak için parola bellidir: “Ben yolcuyum!”
Yolcu ve Burjuva, niçin kaleme alındığını kendi açıklar: “Ne tezahürata aldırırım şu saatten sonra ne sövgüye, ne uslu çavdarın tülbendi ikna eder ne yaramaz usturanın yanaz üfürüğü tereddüde düşürür beni, ne büyüklerime arz ediyorum ne küçüklerime yol gösteriyorum, hâlin gereğini yapıyorum.”
Ömer Faruk Dönmez, biçimsel olarak fragmanlardan oluşan Yolcu ve Burjuva’da edebiyat ve düşünce dünyamıza kışkırtıcı başlıklar açmaya devam ediyor ve bunu, malûm dilin makul sınırlarını zorlayarak yapıyor.
Ömer Faruk Dönmez “yolcu ve burjuva” ikilemiyle; Doğu ve Batı, eski ve yeni, dindarlık ve laiklik, gelenek ve modernizm gibi kavramsal çatışmalara bir yenisini ekliyor gibi görünse de aslında: Doğulu veya Batılı olmak, dindar veya laik olmak, gelenekçi veya modern olmak, bir iddiadan ve adlandırmadan ibarettir diyerek tüm bu kategorilerin dışında, görmezden gelinemeyecek bir soruyu edebiyat ve düşünce dünyamızın gündemine taşıyor: “Zihnine, kalbine, hayatına bak ve cevap ver: Yolcu musun burjuva mı?”
Yolcu, bu dünyaya sırnaşmayan ve yerleşmeyen onurlu insandır. Bir insanı onurlu kılacak en önemli bilgiye, yani bu dünyanın fâni olduğu ve herkesin bir gün mutlaka öleceği bilgisine sahiptir ve yaşamını bu gerçeği unutmadan sürdürmeye çalışır. Burjuva ise dibine kadar bu dünyalıdır, menfaate dayalı toplum düzeninde yerleşik ve ölümü asla hatırlamadan yaşayan çıkarcı tipleri temsil eder.
Yolcu ve Burjuva; ölüm ve tanrı, adalet ve devlet, dünya ve burjuva, yol ve yolcu kavramlarına yoğunlaşarak insanın ontolojik hikâyesine ulaşmaya; hakikat yolcularının asimetrik yürüyüşünü, görüntüye tahvil edilemeyecek bir dil ve üslupla anlatmaya çalışır. Korkularını ve arzularını putlaştıran modern bireyin çıkmazlarını, dijital diktatörlük ve sınırsız özgürlük karşısındaki bocalayışını resmeder. Yüklerden sıyrılmak, fazlalıklardan arınmak, benliğin katmanlarından geçip enfüsî ve âfâkî sahte ilahlardan kurtulmak için parola bellidir: “Ben yolcuyum!”
Yolcu ve Burjuva, niçin kaleme alındığını kendi açıklar: “Ne tezahürata aldırırım şu saatten sonra ne sövgüye, ne uslu çavdarın tülbendi ikna eder ne yaramaz usturanın yanaz üfürüğü tereddüde düşürür beni, ne büyüklerime arz ediyorum ne küçüklerime yol gösteriyorum, hâlin gereğini yapıyorum.”
Ömer Faruk Dönmez, biçimsel olarak fragmanlardan oluşan Yolcu ve Burjuva’da edebiyat ve düşünce dünyamıza kışkırtıcı başlıklar açmaya devam ediyor ve bunu, malûm dilin makul sınırlarını zorlayarak yapıyor.
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 65,34 | 65,34 |