Batılı düşünürler 1550-1650 yılları arasında artık aradıkları her önemli gerçeği eski metinlerde bulabilecekleri inancından vazgeçtiler. Metin ile okuyucu buluşmasının hiçbir biçimi, bu değişimi denizde cereyan eden bir karşılaşmadan daha iyi izah edemez. Hint Adaları’nın tarihine ilişkin en özgün metinlerden birini yazan Cizvit José de Acosta kendi seyahat deneyimlerinin eskiçağ filozofları ile çeliştiğini fark eder: “Hint Adaları’na vardığımda şair ve filozofların “Sıcak Kuşak” ile ilgili yazılarını okumuş biri olarak, Ekvator’a ulaştığımda kavurucu sıcağa dayanamayacağıma kendimi inandırmıştım; oysa tam tersi oldu. (Ekvator’u) geçtiğimizde güneş zirvedeydi ve Koç burcuna girdiğimiz bu mart ayında öylesine üşüdüm ki, ısınmak için güneşe çıktım. Aristoteles’in Meteorologika’sına ve felsefesine gülmekten başka çarem yoktu; zira onun kurallarına göre bu yerde ve bu mevsimde her şeyin sıcaktan kavrulması gerekirken, ben ve arkadaşlarım üşüyorduk.” Oysa 1492 yılında iyi eğitimli tüm Avrupalılar sağlam bilginin nerede olduğunu biliyorlardı. Bu bilgi en yetkin kitap olan İncil’de, Yunanlıların ve Romalıların felsefe, tarih ve edebiyat eserlerinde ve uzmanlık değeri yüksek birkaç modern eserde bulunmaktaydı. Bu kitaplar, yıldızların değişmeyen dünyasından insanoğlunun ve doğanın en bayağı ve değişken alanlarına kadar tüm evreni tanımlıyor, Tanrı’nın elinin tarihe ve doğaya değişini tasvir ediyordu. 17. yüzyılın başlarında bilgi kütüphane sınırlarını aştı. Artık dünyanın kendisi gibi bilgi de büyük ve çeşitliydi. Bilginin ikametgâhı artık astronomların teleskoplu gözlemleri, filozofların düşünceleri ve yazıları, denizcilerin yolculukları ile ilgili kayıtları ve hekimlerin anatomi raporlarıydı. Eski kitaplar güçlerini ve uzmanlıklarını yitirdikçe, entelektüel yaşamdaki yerlerini de yitirdiler. Dünya artık sadece Latince yazılmış bilim kitapları vasıtasıyla değil, doğrudan ulaşılabilir ve öğrenilebilir bir dünyaydı. Bu yeni dünya algılayışının kökleri ilim dünyasının dışındaydı. Gücünü ise alimlerin değil pratik adamların başlattığı, Avrupalıların “Yeni Dünya’nın keşfi” adını verdikleri hareketten alıyordu. Batılı kâşifler ve yazarlar varlığını asla tahmin etmedikleri yepyeni ülkeler ve toplumlar, gelenekler ve dinler, kadınlar ve erkeklerle baş etmek zorunda kaldılar. Keşifler yüzünden kitaplar bilgi kaynağı olarak yeterliliklerini ve yorum yapmak için işe yarar araçlar olma özelliklerini giderek yitirdiler. Kısacası, yeni bir dünyanın çıplak yerlileri, entelektüellere kitaplardaki hükümlerin yerine yalın deneyimlerini kullanma yolunu açtı. Yeni Dünyalar, Eski Metinler şimdiye kadar hiç görmediğiniz yüzlerce resmi de kullanarak, bu yeni gelişmelerin ışığında Yeni Dünya’nın Eski Dünya için ne anlama geldiğini anlatıyor. Profesör Anthony Grafton Princeton Üniversitesi öğretim üyesi. Defenders of the Text, Leon Battista Alberti, The Footnote ve Cordano’s Cosmos(Kitap Yayınevi tarafından yayınlanacak) adlı kitapları başlıca eserleri.
Batılı düşünürler 1550-1650 yılları arasında artık aradıkları her önemli gerçeği eski metinlerde bulabilecekleri inancından vazgeçtiler. Metin ile okuyucu buluşmasının hiçbir biçimi, bu değişimi denizde cereyan eden bir karşılaşmadan daha iyi izah edemez. Hint Adaları’nın tarihine ilişkin en özgün metinlerden birini yazan Cizvit José de Acosta kendi seyahat deneyimlerinin eskiçağ filozofları ile çeliştiğini fark eder: “Hint Adaları’na vardığımda şair ve filozofların “Sıcak Kuşak” ile ilgili yazılarını okumuş biri olarak, Ekvator’a ulaştığımda kavurucu sıcağa dayanamayacağıma kendimi inandırmıştım; oysa tam tersi oldu. (Ekvator’u) geçtiğimizde güneş zirvedeydi ve Koç burcuna girdiğimiz bu mart ayında öylesine üşüdüm ki, ısınmak için güneşe çıktım. Aristoteles’in Meteorologika’sına ve felsefesine gülmekten başka çarem yoktu; zira onun kurallarına göre bu yerde ve bu mevsimde her şeyin sıcaktan kavrulması gerekirken, ben ve arkadaşlarım üşüyorduk.” Oysa 1492 yılında iyi eğitimli tüm Avrupalılar sağlam bilginin nerede olduğunu biliyorlardı. Bu bilgi en yetkin kitap olan İncil’de, Yunanlıların ve Romalıların felsefe, tarih ve edebiyat eserlerinde ve uzmanlık değeri yüksek birkaç modern eserde bulunmaktaydı. Bu kitaplar, yıldızların değişmeyen dünyasından insanoğlunun ve doğanın en bayağı ve değişken alanlarına kadar tüm evreni tanımlıyor, Tanrı’nın elinin tarihe ve doğaya değişini tasvir ediyordu. 17. yüzyılın başlarında bilgi kütüphane sınırlarını aştı. Artık dünyanın kendisi gibi bilgi de büyük ve çeşitliydi. Bilginin ikametgâhı artık astronomların teleskoplu gözlemleri, filozofların düşünceleri ve yazıları, denizcilerin yolculukları ile ilgili kayıtları ve hekimlerin anatomi raporlarıydı. Eski kitaplar güçlerini ve uzmanlıklarını yitirdikçe, entelektüel yaşamdaki yerlerini de yitirdiler. Dünya artık sadece Latince yazılmış bilim kitapları vasıtasıyla değil, doğrudan ulaşılabilir ve öğrenilebilir bir dünyaydı. Bu yeni dünya algılayışının kökleri ilim dünyasının dışındaydı. Gücünü ise alimlerin değil pratik adamların başlattığı, Avrupalıların “Yeni Dünya’nın keşfi” adını verdikleri hareketten alıyordu. Batılı kâşifler ve yazarlar varlığını asla tahmin etmedikleri yepyeni ülkeler ve toplumlar, gelenekler ve dinler, kadınlar ve erkeklerle baş etmek zorunda kaldılar. Keşifler yüzünden kitaplar bilgi kaynağı olarak yeterliliklerini ve yorum yapmak için işe yarar araçlar olma özelliklerini giderek yitirdiler. Kısacası, yeni bir dünyanın çıplak yerlileri, entelektüellere kitaplardaki hükümlerin yerine yalın deneyimlerini kullanma yolunu açtı. Yeni Dünyalar, Eski Metinler şimdiye kadar hiç görmediğiniz yüzlerce resmi de kullanarak, bu yeni gelişmelerin ışığında Yeni Dünya’nın Eski Dünya için ne anlama geldiğini anlatıyor. Profesör Anthony Grafton Princeton Üniversitesi öğretim üyesi. Defenders of the Text, Leon Battista Alberti, The Footnote ve Cordano’s Cosmos(Kitap Yayınevi tarafından yayınlanacak) adlı kitapları başlıca eserleri.