Sevgili Türk Edebiyatı Okurları,
Ülkemizi acıya boğan büyük depremler ve deprem bölgesini vuran sel felaketleri eşliğinde, biraz da boynu bükük karşıladığımız Ramazan ayının sizler ve Türk-İslam âlemi için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Büyük depremler ve bunun yüreğimizde açtığı yaraların izleri hâlâ taze. Geçen sayımızda bu felaketin yol açtığı dertlere şiirler ve yazılarla teselli olmaya çalışmıştık. Bu ay da depremin yol açtığı büyük felaketi ve depremzedelerimizi unutmadığımızı bildirmek istiyoruz. Bu nedenle de bu ayki sayımıza da Ozan Yılmaz’ın deprem üzerine yazdığı deneme ile başlıyoruz. Yılmaz, divan şiirinde zelzelenin izini sürerek tarihî süreç içerisinde depremlerden yeteri kadar ders almadığımızı bizlere bir kez daha hatırlatıyor.
Tarık Özcan, Türk mitolojisinde önemli bir yeri olan Bozkurt Destanı’nı arketipsel bir yöntemle inceliyor. Bu inceleme sırasında bozkurt üzerinden simgeleştirilen değerlere değiniyor. Saadet Çetin Yıldırım ise yazısında Henri Bergson’un sezgicilik felsefesine eğiliyor. Bergson’un sanata ve sanatçıya bakışını ele alan Yıldırım, edebiyatın felsefe ile olan ilişkisine de ışık tutuyor. Zeynep Yörük, Mustafa Kutlu’nun yeni yazar ve şairlere nasıl bir yol çizdiğini, onlara nasıl destek olduğunu anlatan bir deneme ile yer alıyor. Yörük, ileride bir arşiv belgesi olarak niteleyeceğimiz, üzerinde Kutlu’nun düzeltmeleri yer alan görsellerle de yazısını destekliyor. Gülzar Mammadova, Sezai Karkoç’un hatıraları üzerinden bizleri Karakoç’un zihin dünyasına doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculuk sırasında edebî meselelerin yanı sıra Türkiye’nin sosyal ve siyasi tarihine, özellikle de Anadolu’ya temas ediyor. Usta hikâyeci Salim Nizam ise bizi evlilik ve aile kurumu üzerine düşünmeye sevk ediyor. Aile içerisinde emeği daima sömürülen, hayal kırıklığına uğratılan kadınları Müyesser’in şahsında birleştiriyor. Duygu Tamer de bizlere Garip Rüstem’in hayatından kısa bir kesit sunuyor. Cemal Kurnaz, kısa denemesinde “üslûb-ı beyan ayniyle insan” darbımeselinden hareketle bir kişilik yansıması olarak üslubu ele alıyor. İsmail Turan, özellikle hikâyeleriyle tanıdığımız yazar Recep Seyhan’ın eserlerinde nostaljik ögeleri sorguluyor. Seyhan’ın ağaçları nostaljik çağrışımlar yapmak için kullandığı ise gözlerden kaçmıyor. Sibel Kadıoğlu ise günümüz insanının sık sık dile getirdiği varoluşsal sancılara dikkat çekiyor ve insanın benlik ihtiyacını merkeze alıyor. Yazı boyunca farklı psikolojik kuramlara da değinen Kadıoğlu, insanın “kendi olma” ihtiyacının hiçbir zaman nihayete eremeyeceğini söylüyor. Hayrettin Durmuş da Pınar dergisinin tarihî serüvenini anlattığı denemesiyle bu sayımızda yer alıyor. Pınar’ın yazı kadrosuyla birlikte değişen ideolojik çizgisine değiniyor. Merve Kamiloğlu, öyküsünde hepimizin hayatında mutlaka tecrübe ettiği mahalle baskısını işliyor. Özellikle de dul bir kadın üzerinden bu baskının nasıl tahakküm edici bir güce dönüştüğünün altını çiziyor. Muhsin Karabay ise yazısında kütüphanelerimize ve kütüphaneciliğimize değindikten sonra bir süreli yayınlar kütüphanesinin kurulması gerektiğini söylüyor. Feyza Hilal Kutlu, Tanzimat’tan günümüze edebiyatımızda farklı konular işlense farklı hikâyeler anlatılsa da bir kötülük mekânı olarak Şişli’nin hep aynı kaldığını anlatıyor. Şişli’nin bu menfi unvanını nasıl kazandığına değiniyor. Recai Özcan ise Batı’ya ilim tahsiline giden alafranga neslin Paris yolculuklarına bizi de ortak ediyor.
Kitaplık ve ajandamız da bu ay hem çok dolu hem de çok renkli.
Herkese iyi okumalar dilerim…
İmdat Avşar
Genel Yayın Yönetmeni
Sevgili Türk Edebiyatı Okurları,
Ülkemizi acıya boğan büyük depremler ve deprem bölgesini vuran sel felaketleri eşliğinde, biraz da boynu bükük karşıladığımız Ramazan ayının sizler ve Türk-İslam âlemi için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Büyük depremler ve bunun yüreğimizde açtığı yaraların izleri hâlâ taze. Geçen sayımızda bu felaketin yol açtığı dertlere şiirler ve yazılarla teselli olmaya çalışmıştık. Bu ay da depremin yol açtığı büyük felaketi ve depremzedelerimizi unutmadığımızı bildirmek istiyoruz. Bu nedenle de bu ayki sayımıza da Ozan Yılmaz’ın deprem üzerine yazdığı deneme ile başlıyoruz. Yılmaz, divan şiirinde zelzelenin izini sürerek tarihî süreç içerisinde depremlerden yeteri kadar ders almadığımızı bizlere bir kez daha hatırlatıyor.
Tarık Özcan, Türk mitolojisinde önemli bir yeri olan Bozkurt Destanı’nı arketipsel bir yöntemle inceliyor. Bu inceleme sırasında bozkurt üzerinden simgeleştirilen değerlere değiniyor. Saadet Çetin Yıldırım ise yazısında Henri Bergson’un sezgicilik felsefesine eğiliyor. Bergson’un sanata ve sanatçıya bakışını ele alan Yıldırım, edebiyatın felsefe ile olan ilişkisine de ışık tutuyor. Zeynep Yörük, Mustafa Kutlu’nun yeni yazar ve şairlere nasıl bir yol çizdiğini, onlara nasıl destek olduğunu anlatan bir deneme ile yer alıyor. Yörük, ileride bir arşiv belgesi olarak niteleyeceğimiz, üzerinde Kutlu’nun düzeltmeleri yer alan görsellerle de yazısını destekliyor. Gülzar Mammadova, Sezai Karkoç’un hatıraları üzerinden bizleri Karakoç’un zihin dünyasına doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculuk sırasında edebî meselelerin yanı sıra Türkiye’nin sosyal ve siyasi tarihine, özellikle de Anadolu’ya temas ediyor. Usta hikâyeci Salim Nizam ise bizi evlilik ve aile kurumu üzerine düşünmeye sevk ediyor. Aile içerisinde emeği daima sömürülen, hayal kırıklığına uğratılan kadınları Müyesser’in şahsında birleştiriyor. Duygu Tamer de bizlere Garip Rüstem’in hayatından kısa bir kesit sunuyor. Cemal Kurnaz, kısa denemesinde “üslûb-ı beyan ayniyle insan” darbımeselinden hareketle bir kişilik yansıması olarak üslubu ele alıyor. İsmail Turan, özellikle hikâyeleriyle tanıdığımız yazar Recep Seyhan’ın eserlerinde nostaljik ögeleri sorguluyor. Seyhan’ın ağaçları nostaljik çağrışımlar yapmak için kullandığı ise gözlerden kaçmıyor. Sibel Kadıoğlu ise günümüz insanının sık sık dile getirdiği varoluşsal sancılara dikkat çekiyor ve insanın benlik ihtiyacını merkeze alıyor. Yazı boyunca farklı psikolojik kuramlara da değinen Kadıoğlu, insanın “kendi olma” ihtiyacının hiçbir zaman nihayete eremeyeceğini söylüyor. Hayrettin Durmuş da Pınar dergisinin tarihî serüvenini anlattığı denemesiyle bu sayımızda yer alıyor. Pınar’ın yazı kadrosuyla birlikte değişen ideolojik çizgisine değiniyor. Merve Kamiloğlu, öyküsünde hepimizin hayatında mutlaka tecrübe ettiği mahalle baskısını işliyor. Özellikle de dul bir kadın üzerinden bu baskının nasıl tahakküm edici bir güce dönüştüğünün altını çiziyor. Muhsin Karabay ise yazısında kütüphanelerimize ve kütüphaneciliğimize değindikten sonra bir süreli yayınlar kütüphanesinin kurulması gerektiğini söylüyor. Feyza Hilal Kutlu, Tanzimat’tan günümüze edebiyatımızda farklı konular işlense farklı hikâyeler anlatılsa da bir kötülük mekânı olarak Şişli’nin hep aynı kaldığını anlatıyor. Şişli’nin bu menfi unvanını nasıl kazandığına değiniyor. Recai Özcan ise Batı’ya ilim tahsiline giden alafranga neslin Paris yolculuklarına bizi de ortak ediyor.
Kitaplık ve ajandamız da bu ay hem çok dolu hem de çok renkli.
Herkese iyi okumalar dilerim…
İmdat Avşar
Genel Yayın Yönetmeni
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 41,00 | 41,00 |