“16 Ekim 2020 tarihinde çağın hastalığı olan Korona illeti beni de yakaladı. İnegöl Cihangir Hastanesinin ‘Covid 19’ bölümünde zorlu bir tedavi süreci geçirdim. Korkunun gölgesinde, kafam karma karışık bir halde. Alışık olmadığım bir ortamın içinde yaşadığım bu tecrübe, herkes gibi biraz ürkek ve tedirgin, korku dolu geçirdiğim günler. İşte bu günler benim, kendi hayatımı sorgulayacağım bir dönem olacaktı.
İlaçlar, serumlar, iğneler, hastadan tamamen tecridi temin eden özel elbiseli, eldivenli, maskeli sağlık personeli, yemekleri bir tabldotta hemen kapının eşiğine bırakılıp adeta kaçılan bir hasta. Kısaca tek başına kalınan koca bir dünya.
Oysa o ana kadar hepimizin kendi dertleri vardı. İşlerimizle ilgili planlarımız, hedeflerimiz, umutlar ve hayallerimiz vardı. ‘Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur’ derler ya, işte o an, o ortamda geçmiş ve gelecek silinip gidiverdi gözlerimin önünden. Yalnız eşim, çocuklarım, yakınlarım, kısaca sevdiklerim, onları kaybetme korkusu, onların benim varlığımdan yoksun kalmalarının kuvvetle muhtemel olduğu bir zaman dilimi. Sevinçler ve kaygılarımız bir film şeridi gibi akıp gidiyor ve iş hayatım artık eskisi kadar öncelik taşımazken artık sadece sevdiklerim kalıyor gözümün önünde. Çilehaneye giren dervişler gibi hayatı sorgulayıp durdum o an. Geçmişle gelecek arasında bağın inceldiği, bir pamuk ipliğine dönüştüğü bu zaman dilimi değerini bilemediklerimi, zamansız kaybettiklerimi, hayatım boyunca neleri ıskaladığımı, yanımdan geçip giderken ya da yanından geçip gittiğim kim bilir nelerin farkına varamadığımı düşündüm.
Geçmişte yaşadığım, dost ortamlarında anlattığım yaşanmış gerçek olayları aktaran hikâyelerim vardı. Bu hikâyeleri kâğıda dökmeyi o dönemde karar verdim. ‘Söz uçar, yazı kalır’ derler. Her biri benim için değerli hatıralardan ibaret olan bu hikâyeleri geleceğe bir armağan olarak bırakmak düşüncesiyle aldım kalemi elime… Pandemi süreci hikâyelerimi yazıya dökmem için güzel bir fırsat olmuştu benim için… Hikâyelerimin yazım sürecinin ardından kendisine sunduğum, eserimle ilgili görüş ve takdirlerini dile getiren, İnegöl’ümüzün değerlerinden tarihçi - yazar M.Fatih Öztürk Bey’in söylediği bir söz vardı: “Namık Kemal, en güzel eserlerini Kıbrıs’ta, Mağusa’da geçirdiği 38 aylık sürgün döneminde kaleme almıştır” demişti bana. Evet, hakikat bu pandemi süreci bütün bir dünya için bir sürgün dönemi olurken benim için dolu dolu geçen çok değerli bir zaman dilimi olmuş, çıkmıştı.
El Basri diyor ki: Ömür dediğin üç gündür. Dün, bugün ve yarın. Dün geride kaldı yarın ise meçhuldür. O halde ömür bir gündür o’da bugün.
Çalışmalarım boyunca beni yazma konusunda teşvik edip cesaretlendiren, ayrıca bu kitabı yazmama ilham kaynağı olan dostlarıma, yakınlarıma ve çocuklarıma sonsuz teşekkürler. Son olarak tanıştığım günden beri yanımda olan aldığım tüm kararlarımı her zaman destekleyen, beni cesaretlendiren, bana moral veren, benim yaşama sebebim ve hayat ışığım olan eşime sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
“16 Ekim 2020 tarihinde çağın hastalığı olan Korona illeti beni de yakaladı. İnegöl Cihangir Hastanesinin ‘Covid 19’ bölümünde zorlu bir tedavi süreci geçirdim. Korkunun gölgesinde, kafam karma karışık bir halde. Alışık olmadığım bir ortamın içinde yaşadığım bu tecrübe, herkes gibi biraz ürkek ve tedirgin, korku dolu geçirdiğim günler. İşte bu günler benim, kendi hayatımı sorgulayacağım bir dönem olacaktı.
İlaçlar, serumlar, iğneler, hastadan tamamen tecridi temin eden özel elbiseli, eldivenli, maskeli sağlık personeli, yemekleri bir tabldotta hemen kapının eşiğine bırakılıp adeta kaçılan bir hasta. Kısaca tek başına kalınan koca bir dünya.
Oysa o ana kadar hepimizin kendi dertleri vardı. İşlerimizle ilgili planlarımız, hedeflerimiz, umutlar ve hayallerimiz vardı. ‘Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur’ derler ya, işte o an, o ortamda geçmiş ve gelecek silinip gidiverdi gözlerimin önünden. Yalnız eşim, çocuklarım, yakınlarım, kısaca sevdiklerim, onları kaybetme korkusu, onların benim varlığımdan yoksun kalmalarının kuvvetle muhtemel olduğu bir zaman dilimi. Sevinçler ve kaygılarımız bir film şeridi gibi akıp gidiyor ve iş hayatım artık eskisi kadar öncelik taşımazken artık sadece sevdiklerim kalıyor gözümün önünde. Çilehaneye giren dervişler gibi hayatı sorgulayıp durdum o an. Geçmişle gelecek arasında bağın inceldiği, bir pamuk ipliğine dönüştüğü bu zaman dilimi değerini bilemediklerimi, zamansız kaybettiklerimi, hayatım boyunca neleri ıskaladığımı, yanımdan geçip giderken ya da yanından geçip gittiğim kim bilir nelerin farkına varamadığımı düşündüm.
Geçmişte yaşadığım, dost ortamlarında anlattığım yaşanmış gerçek olayları aktaran hikâyelerim vardı. Bu hikâyeleri kâğıda dökmeyi o dönemde karar verdim. ‘Söz uçar, yazı kalır’ derler. Her biri benim için değerli hatıralardan ibaret olan bu hikâyeleri geleceğe bir armağan olarak bırakmak düşüncesiyle aldım kalemi elime… Pandemi süreci hikâyelerimi yazıya dökmem için güzel bir fırsat olmuştu benim için… Hikâyelerimin yazım sürecinin ardından kendisine sunduğum, eserimle ilgili görüş ve takdirlerini dile getiren, İnegöl’ümüzün değerlerinden tarihçi - yazar M.Fatih Öztürk Bey’in söylediği bir söz vardı: “Namık Kemal, en güzel eserlerini Kıbrıs’ta, Mağusa’da geçirdiği 38 aylık sürgün döneminde kaleme almıştır” demişti bana. Evet, hakikat bu pandemi süreci bütün bir dünya için bir sürgün dönemi olurken benim için dolu dolu geçen çok değerli bir zaman dilimi olmuş, çıkmıştı.
El Basri diyor ki: Ömür dediğin üç gündür. Dün, bugün ve yarın. Dün geride kaldı yarın ise meçhuldür. O halde ömür bir gündür o’da bugün.
Çalışmalarım boyunca beni yazma konusunda teşvik edip cesaretlendiren, ayrıca bu kitabı yazmama ilham kaynağı olan dostlarıma, yakınlarıma ve çocuklarıma sonsuz teşekkürler. Son olarak tanıştığım günden beri yanımda olan aldığım tüm kararlarımı her zaman destekleyen, beni cesaretlendiren, bana moral veren, benim yaşama sebebim ve hayat ışığım olan eşime sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 96,75 | 96,75 |