Ruh sağlığında iyileşme-bilimsel ve klinik sorumlulukların yeniden şekillendirilmesi, ‘sıradan bir metin’ olmayıp, ruhsal hastalığı ele alan diğer çalışmaların ötesinde bir anlam taşımaktadır. Bu kitabın sunduğu bilgeliği tam olarak anlamak için, okuyucunun bu iki yazarın sunduğu farklı bakış açılarının önem ve değerinin farkında olması gerekir. Michaela Amering ve Margit Schmolke; hastalık ve zorlanmayla (distress) mücadele etmiş ve bunları yenmiş insanların deneyimlerinden ortaya çıkan bilgi tabanına, hem kişisel hem de profesyonel anlamda saygı duymaktadır. Yaşanmış deneyimlerle oluşan bilgi tabanının, psikiyatrinin baskın söylemlerine eklenmesi; zaman zaman hem meydan okuyan hem de zıtlıklar içeren bir nitelik taşımaktadır. Bununla birlikte, bu bilgi tabanının ruhsal hastalık/zorlanma yaşayan insanlara destekleyici ortamlar sağlanması için kullanılması; zorlanma yaşayan diğer insanları desteklemek konusundaki düşünce tarzımızı dönüştürmeye yarayabilir.
Yirmi yılı aşkın bir süre önce, bana ilk kez ruhsal hastalık tanısı konulduğunda, iyileşebileceğim ve hastalığımın ötesinde bir hayatı yeniden kurabileceğim düşüncesi beni tedavi eden ekip tarafından asla tartışılmamıştı. Aslında, bunun tam da tersi daha şiddetli bir şekilde tartışılıyordu: hastalığın kalıcı olduğuna ve hayatı dolu dolu yaşamamı engelleme olasılığının yüksek olduğuna dair beni eğitmeye ve ikna etmeye çok fazla zaman ve çaba harcanıyordu. Beni rollerimden, fırsatlarımdan, haklarımdan ve sorumluluklarımdan uzaklaştırma riski taşıyan ortamlarda, uzun süreli bakım ve tedavi görmem konusunda planlar yapılıyordu. Bunlar sağlık uzmanlarından duymayı beklediğiniz yüreklendirme ve umut mesajları değildir. Geleceğe yönelik bu öngörüyü yalanlayacak ve bana umut verecek bir bilgiye ulaşmak için didindiğimi hatırlıyorum. Gittiğim kitapçılarda ve kütüphanelerde, ruhsal hastalık tanısı olan insanların çöküşünü anlatan birçok kitap bulunuyordu. Bu kitaplar sadece aileme ve bana iletildiği gibi; ileride beni bekleyenlere dair, her şeyin kötüye gideceği yönündeki tahminleri desteklemeye yarıyordu.
Meğer ihtiyacım olan, gözden geçirdiğim birçok kitap rafı arasında bu kitabı bulmakmış. Biri o dönemde, hastalığın ötesinde bir hayatı başarma ve yeniden şekillendirme olasılıkları konusunda tek bir söz söylemeye cesaret etmiş olsaydı, ruhsal hastalıkla mücadele etme sürecinin benim açımdan nasıl farklı gerçekleşmiş olabileceğini sık sık merak ederim. Ne yazık ki, kötü beklentilerden, temkinli sonuçlardan ve iyileşme olasılıklarına duyulan inançsızlıktan oluşan hikayem, sadece benim hikayem değildir, birçok insanın karşılaştığı ve yaşadığı bir durumdur.
Bir ruhsal hastalığın ve tedavisinin etkilerinin üstesinden gelmek kolay değildir: bu nedenle insanlar, haklarındaki olumsuz ve küçümseyici öngörülere rağmen ve başkaları tarafından yüreklendirilmeksizin, başarıya ulaşma öykülerini anlattığında, bu bizim için daha da etkileyici olmaktadır. Hastalığın ötesinde bir hayatı yeniden kurma çabası bireye aittir. Bu, büyük bir kararlılık, kendine inanma ve kişisel çaba gerektiren bir yolculuktur. Bu aynı zamanda; nihai olarak, her bireyin karar vermesi, sorumluluğunu yüklenmesi ve merkezinde yer alması gereken bir yolculuktur.
Bu yolculuk sırasında bir yerlerde, bir ruhsal hastalığa sahip olmanın doğası sebebiyle ve sürekli yanlış olana, değişmesi gerekene, hala başarılmamış olana ve gelecekte başarılması gerekene odaklanılmasından dolayı, kendimi iyileştirebileceğime dair hissi kaybettim. Sonuç olarak; içimi bir başarısızlık hissi kapladığı için, iyileşme deneyiminin beni aştığını düşünüyordum. Herhangi bir şey olumlu bir yönde değiştiğinde, bunu bana yardımcı olan dış desteklere bağlıyordum. Doktorları, hemşireleri, yatılı tedavileri, destek gruplarını, gündüz programını, vaka yöneticilerini, ailemi, arkadaşlarımı, ilaç tedavisini ve başka birçok etmeni birer sebep olarak sayıyor, ancak kendimi saymıyordum. Kendi sağlığıma katkıda bulunmak için elimden bir şey gelmeyeceği hissine kapılmıştım ve bu da benim başarısızlık ve acizlik hissimi pekiştiriyordu. Hastalığı yüzünden kişinin kendini iyileştiremeyecek durumda olduğu düşüncesi, hem destek alan kişi hem de sağlık çalışanları için, kendini sürekli doğrulayan bir kehanet haline gelir. Bu durumda sağlık çalışanları da, kişinin hastalığa yenik düşmesini önlemek için tam bir destek vermek zorunda olduklarını hissederler. Güvenli alanımızın dışına çıkmadığımız ve farklı bir şey denemeye cesaret etmediğimiz sürece, hiçbirimiz bir arada olmanın başka yollarını öğrenemeyiz.
Bir insanı başka bir kişi, örneğin aileden biri, bir arkadaş veya bir ruh sağlığı çalışanı ‘iyileştiremez’. Bu kişi hasta olan bir insanı iyileştirmeyi ne kadar çok isterse istesin, bu mümkün değildir. Madem ki kişi için iyileşme sağlamayacak, öyleyse ‘bir başkasının’ rolü nedir? ‘Bir başkasının’ görevi, insanlarla samimi ilişkiler içerisinde olunabilecek ve kişinin ‘kendini iyileştirme’ hissini başarabileceği destek ortamları yaratmaktır. Eğer bir başkasına destek verdiğimizi söylüyorsak; bu durumda, verdiğimiz destek için çeşitli odak noktalarına bağlı kalmamız gerekir. Öncelikle, kişinin ‘kendini iyileştirme’ ya da iyileşme kapasitesinin olduğuna inanmalıyız. İkinci olarak, iyileşmeye tam olarak şahit olamasak bile, iyileşmenin her zaman gerçek, mevcut ve mümkün olduğunu ‘varsayarak’ çalışmalıyız. Sunulan destek ortamlarının, bu ortamlar içinde iyileşme çabasında bulunabilmeleri amacıyla, kişiler için yeterli derecede ulaşılabilir olduğundan emin olmalıyız. Ayrıca, onların hastalığı yenmek için gösterdikleri eşsiz çabalarının önünde durmamaya ya da bunlara ket vurmamaya özen göstermeliyiz.
Tedavi ve sağlık hizmetinin sunulma şeklinin temelini oluşturan çeşitli kişisel, profesyonel ve toplumsal inançlar vardır. İnsanların her zaman desteğe ihtiyacı olacağına, yaşam yolculuklarını belirleyemeyeceklerine ve kendi kendilerini yönetemeyeceklerine dair temel inanç eski bir hikayedir; ruhsal hastalıktan ‘iyileşme sürecini’ yaşamış olanların deneyimlerinden kaynaklanan, sayısı gitgide artan kanıtlar ise bu inancı desteklememektedir. Yazarlar bizleri, insanların hayatlarını tekrar kurabilecekleri ve ruhsal hastalık ya da ruhsal zorlanma deneyiminin ötesine geçebilecekleri yönündeki bu artan ve büyüyüp serpilen kanıtları kucaklamaya davet etmektedir.
Bu kitapta, Michaela ve Margit, alternatif destek ortamları yaratmanın önemini vurgulamaktadır; akran desteğinin, akranlar tarafından yönetilen ve sürdürülen hizmetlerin, her kapsamlı sağlık hizmeti sisteminin ayrılmaz birer parçası olması gerektiğinin altını çizmektedir. Bu doğal da olsa, gayri resmi de olsa, profesyonel bir akran desteği de olsa; sağlıklı bir akran desteği almış olanlar için bunun önemi, kişisel tecrübelerin anlatıldığı birçok öyküde tekrar tekrar belirtilmiştir. Akran desteğinin doğasının, akran olmayan sağlık çalışanlarının desteğine göre nasıl bir fark ortaya koyduğu sorusu, hizmet sağlayanların üzerinde durması gereken bir sorudur. Akran desteği, destek verenden; ruhsal zorlanma içerisinde olan bir başka kişiyi desteklemek için, ana bilgi kaynağı olarak kendi yaşamış olduğu tecrübesini kullanmasını ister. Bu, resmi yollarla elde edilmeyen, ancak hastalık veya ruhsal zorlanma konusundaki başarılar ve yaşanan güçlüklerden derlenmiş, iyileşmenin gerçek, süregiden, keşif dolu, çaba gerektiren ve sonuçta insanı dönüştüren bir süreç olduğuna dair içsel bir ‘farkındalığı’ aşılayan bir bilgi ve beceri tabanıdır. Bu odakla, bir akran bir başkasına hayatında yer açabilmekte, onu içten bir şekilde destekleyebilmekte, gerektiğinde kendini zorlamasını sağlayabilmekte ve hastalık veya zorlanma konusunda benzer bir zafer kazanabilmesi için onu yüreklendirebilmektedir.
İnsanlara, iyileşme süreçlerinde kendilerine yardımcı olan şeyin ne olduğu veya bu süreci engelleyen şeyin ne olduğu sorulduğunda, bu ilişkinin önemi tekrar tekrar belirtilmiştir. Yazarlar haklı olarak, sağlık sonuçlarında terapötik ilişkinin rolünü ‘zayıf kanıt' olarak değerlendiren kişilerin bu yöndeki inançlarını sorgulamışlardır. Yaşanmışlığı olan insanlar, terapötik ilişkilerde yardımcı olan ve olmayan ögeleri açık bir şekilde belirtmişlerdir. Genellikle belirtilen özellikler teknik beceriler değil, bir kişinin ilişkileri faydalı bulup bulmadığıdır. Buna çare olarak, sağlık profesyonelleri, ilişkiye sadece profesyonel kimliklerini değil, tüm kişiliklerini dahil etme riskini almalıdır.
Sağlık, hastalığın yokluğundan daha fazlasını ifade eder. İyileşme ise belirtilerin yokluğu ya da varlığından çok daha fazlasıdır. Eğer belirtilerle baş etme veya belirtilerin tedavisi, kişinin sağlık profesyonelleriyle olan etkileşiminin tek odak noktası haline gelirse, bu durumda hastalığın baskın olduğu bir kimlik geliştirme riski son derece yüksek olur. Kendilerine hastalık merkezli bir açıdan bakılıyor olması, hizmet kullanıcısı olan birçok kişiden sürekli duyduğumuz, evrensel bir yakınmadır. Sağlık hizmeti sistemleri, sadece hastalığın değiştirilmesi, hafifletilmesi, yönetilmesi, tedavisi ya da desteğine odaklandığında, birçok kişi için söz konusu olan risk; hastaneye yatırılmaya ihtiyaç duymada artış, farklılaşma ve en nihayetinde yabancılaşma hissidir. Bu, damgalama, ayrımcılık ve hastaneye bağımlı hale getirmenin özü ve kökü ve yetiyitiminin de temelidir.
Michaela ve Margit, insan ya da kişi odaklı bakış açımızı hastalık odaklı bir bakış açısıyla değiştirme dürtüsüne karşı her zaman dikkatli olmamız gerektiği konusunda bizleri uyarmaktadır. Başkalarıyla olan ilişkilerimizde; kişinin kendi sıkıntılarına tesir etme, kendi hayatının kontrolünü tekrar ele geçirme, başkalarından farklı olmadığı hissini tekrar kazanma kapasitesini fark etmesini sağlayacak fırsatlara sahip olduğundan emin olmalı ve kişinin ‘kendini iyileştirme’ yönündeki aralıksız çabalarını hayranlık ve saygıyla izlemeliyiz. Bu, bir başkasına sunacağımız en güzel hediyelerden bir tanesidir.
Michaela ve Margit, uygulamalarımızı geliştirmek için bir hastalığı yenmekle ilgili tecrübe sahibi insanlardan nasıl bilgi edinebileceğimiz konusunda bizlere bir düşünme fırsatı sunmuştur ve bunun da, destek ortamlarını algılama ve sağlama şeklimizi geliştirici bir etkisi vardır. Bu öğrenme fırsatı sadece bu çalışmanın okunmasından ibaret değildir ve aslında, bizi her an çevreleyen yaşanmışlık bilgeliğini daima araştırma ve bulma isteğinde yatmaktadır.
Ruh sağlığında iyileşme-bilimsel ve klinik sorumlulukların yeniden şekillendirilmesi, ‘sıradan bir metin’ olmayıp, ruhsal hastalığı ele alan diğer çalışmaların ötesinde bir anlam taşımaktadır. Bu kitabın sunduğu bilgeliği tam olarak anlamak için, okuyucunun bu iki yazarın sunduğu farklı bakış açılarının önem ve değerinin farkında olması gerekir. Michaela Amering ve Margit Schmolke; hastalık ve zorlanmayla (distress) mücadele etmiş ve bunları yenmiş insanların deneyimlerinden ortaya çıkan bilgi tabanına, hem kişisel hem de profesyonel anlamda saygı duymaktadır. Yaşanmış deneyimlerle oluşan bilgi tabanının, psikiyatrinin baskın söylemlerine eklenmesi; zaman zaman hem meydan okuyan hem de zıtlıklar içeren bir nitelik taşımaktadır. Bununla birlikte, bu bilgi tabanının ruhsal hastalık/zorlanma yaşayan insanlara destekleyici ortamlar sağlanması için kullanılması; zorlanma yaşayan diğer insanları desteklemek konusundaki düşünce tarzımızı dönüştürmeye yarayabilir.
Yirmi yılı aşkın bir süre önce, bana ilk kez ruhsal hastalık tanısı konulduğunda, iyileşebileceğim ve hastalığımın ötesinde bir hayatı yeniden kurabileceğim düşüncesi beni tedavi eden ekip tarafından asla tartışılmamıştı. Aslında, bunun tam da tersi daha şiddetli bir şekilde tartışılıyordu: hastalığın kalıcı olduğuna ve hayatı dolu dolu yaşamamı engelleme olasılığının yüksek olduğuna dair beni eğitmeye ve ikna etmeye çok fazla zaman ve çaba harcanıyordu. Beni rollerimden, fırsatlarımdan, haklarımdan ve sorumluluklarımdan uzaklaştırma riski taşıyan ortamlarda, uzun süreli bakım ve tedavi görmem konusunda planlar yapılıyordu. Bunlar sağlık uzmanlarından duymayı beklediğiniz yüreklendirme ve umut mesajları değildir. Geleceğe yönelik bu öngörüyü yalanlayacak ve bana umut verecek bir bilgiye ulaşmak için didindiğimi hatırlıyorum. Gittiğim kitapçılarda ve kütüphanelerde, ruhsal hastalık tanısı olan insanların çöküşünü anlatan birçok kitap bulunuyordu. Bu kitaplar sadece aileme ve bana iletildiği gibi; ileride beni bekleyenlere dair, her şeyin kötüye gideceği yönündeki tahminleri desteklemeye yarıyordu.
Meğer ihtiyacım olan, gözden geçirdiğim birçok kitap rafı arasında bu kitabı bulmakmış. Biri o dönemde, hastalığın ötesinde bir hayatı başarma ve yeniden şekillendirme olasılıkları konusunda tek bir söz söylemeye cesaret etmiş olsaydı, ruhsal hastalıkla mücadele etme sürecinin benim açımdan nasıl farklı gerçekleşmiş olabileceğini sık sık merak ederim. Ne yazık ki, kötü beklentilerden, temkinli sonuçlardan ve iyileşme olasılıklarına duyulan inançsızlıktan oluşan hikayem, sadece benim hikayem değildir, birçok insanın karşılaştığı ve yaşadığı bir durumdur.
Bir ruhsal hastalığın ve tedavisinin etkilerinin üstesinden gelmek kolay değildir: bu nedenle insanlar, haklarındaki olumsuz ve küçümseyici öngörülere rağmen ve başkaları tarafından yüreklendirilmeksizin, başarıya ulaşma öykülerini anlattığında, bu bizim için daha da etkileyici olmaktadır. Hastalığın ötesinde bir hayatı yeniden kurma çabası bireye aittir. Bu, büyük bir kararlılık, kendine inanma ve kişisel çaba gerektiren bir yolculuktur. Bu aynı zamanda; nihai olarak, her bireyin karar vermesi, sorumluluğunu yüklenmesi ve merkezinde yer alması gereken bir yolculuktur.
Bu yolculuk sırasında bir yerlerde, bir ruhsal hastalığa sahip olmanın doğası sebebiyle ve sürekli yanlış olana, değişmesi gerekene, hala başarılmamış olana ve gelecekte başarılması gerekene odaklanılmasından dolayı, kendimi iyileştirebileceğime dair hissi kaybettim. Sonuç olarak; içimi bir başarısızlık hissi kapladığı için, iyileşme deneyiminin beni aştığını düşünüyordum. Herhangi bir şey olumlu bir yönde değiştiğinde, bunu bana yardımcı olan dış desteklere bağlıyordum. Doktorları, hemşireleri, yatılı tedavileri, destek gruplarını, gündüz programını, vaka yöneticilerini, ailemi, arkadaşlarımı, ilaç tedavisini ve başka birçok etmeni birer sebep olarak sayıyor, ancak kendimi saymıyordum. Kendi sağlığıma katkıda bulunmak için elimden bir şey gelmeyeceği hissine kapılmıştım ve bu da benim başarısızlık ve acizlik hissimi pekiştiriyordu. Hastalığı yüzünden kişinin kendini iyileştiremeyecek durumda olduğu düşüncesi, hem destek alan kişi hem de sağlık çalışanları için, kendini sürekli doğrulayan bir kehanet haline gelir. Bu durumda sağlık çalışanları da, kişinin hastalığa yenik düşmesini önlemek için tam bir destek vermek zorunda olduklarını hissederler. Güvenli alanımızın dışına çıkmadığımız ve farklı bir şey denemeye cesaret etmediğimiz sürece, hiçbirimiz bir arada olmanın başka yollarını öğrenemeyiz.
Bir insanı başka bir kişi, örneğin aileden biri, bir arkadaş veya bir ruh sağlığı çalışanı ‘iyileştiremez’. Bu kişi hasta olan bir insanı iyileştirmeyi ne kadar çok isterse istesin, bu mümkün değildir. Madem ki kişi için iyileşme sağlamayacak, öyleyse ‘bir başkasının’ rolü nedir? ‘Bir başkasının’ görevi, insanlarla samimi ilişkiler içerisinde olunabilecek ve kişinin ‘kendini iyileştirme’ hissini başarabileceği destek ortamları yaratmaktır. Eğer bir başkasına destek verdiğimizi söylüyorsak; bu durumda, verdiğimiz destek için çeşitli odak noktalarına bağlı kalmamız gerekir. Öncelikle, kişinin ‘kendini iyileştirme’ ya da iyileşme kapasitesinin olduğuna inanmalıyız. İkinci olarak, iyileşmeye tam olarak şahit olamasak bile, iyileşmenin her zaman gerçek, mevcut ve mümkün olduğunu ‘varsayarak’ çalışmalıyız. Sunulan destek ortamlarının, bu ortamlar içinde iyileşme çabasında bulunabilmeleri amacıyla, kişiler için yeterli derecede ulaşılabilir olduğundan emin olmalıyız. Ayrıca, onların hastalığı yenmek için gösterdikleri eşsiz çabalarının önünde durmamaya ya da bunlara ket vurmamaya özen göstermeliyiz.
Tedavi ve sağlık hizmetinin sunulma şeklinin temelini oluşturan çeşitli kişisel, profesyonel ve toplumsal inançlar vardır. İnsanların her zaman desteğe ihtiyacı olacağına, yaşam yolculuklarını belirleyemeyeceklerine ve kendi kendilerini yönetemeyeceklerine dair temel inanç eski bir hikayedir; ruhsal hastalıktan ‘iyileşme sürecini’ yaşamış olanların deneyimlerinden kaynaklanan, sayısı gitgide artan kanıtlar ise bu inancı desteklememektedir. Yazarlar bizleri, insanların hayatlarını tekrar kurabilecekleri ve ruhsal hastalık ya da ruhsal zorlanma deneyiminin ötesine geçebilecekleri yönündeki bu artan ve büyüyüp serpilen kanıtları kucaklamaya davet etmektedir.
Bu kitapta, Michaela ve Margit, alternatif destek ortamları yaratmanın önemini vurgulamaktadır; akran desteğinin, akranlar tarafından yönetilen ve sürdürülen hizmetlerin, her kapsamlı sağlık hizmeti sisteminin ayrılmaz birer parçası olması gerektiğinin altını çizmektedir. Bu doğal da olsa, gayri resmi de olsa, profesyonel bir akran desteği de olsa; sağlıklı bir akran desteği almış olanlar için bunun önemi, kişisel tecrübelerin anlatıldığı birçok öyküde tekrar tekrar belirtilmiştir. Akran desteğinin doğasının, akran olmayan sağlık çalışanlarının desteğine göre nasıl bir fark ortaya koyduğu sorusu, hizmet sağlayanların üzerinde durması gereken bir sorudur. Akran desteği, destek verenden; ruhsal zorlanma içerisinde olan bir başka kişiyi desteklemek için, ana bilgi kaynağı olarak kendi yaşamış olduğu tecrübesini kullanmasını ister. Bu, resmi yollarla elde edilmeyen, ancak hastalık veya ruhsal zorlanma konusundaki başarılar ve yaşanan güçlüklerden derlenmiş, iyileşmenin gerçek, süregiden, keşif dolu, çaba gerektiren ve sonuçta insanı dönüştüren bir süreç olduğuna dair içsel bir ‘farkındalığı’ aşılayan bir bilgi ve beceri tabanıdır. Bu odakla, bir akran bir başkasına hayatında yer açabilmekte, onu içten bir şekilde destekleyebilmekte, gerektiğinde kendini zorlamasını sağlayabilmekte ve hastalık veya zorlanma konusunda benzer bir zafer kazanabilmesi için onu yüreklendirebilmektedir.
İnsanlara, iyileşme süreçlerinde kendilerine yardımcı olan şeyin ne olduğu veya bu süreci engelleyen şeyin ne olduğu sorulduğunda, bu ilişkinin önemi tekrar tekrar belirtilmiştir. Yazarlar haklı olarak, sağlık sonuçlarında terapötik ilişkinin rolünü ‘zayıf kanıt' olarak değerlendiren kişilerin bu yöndeki inançlarını sorgulamışlardır. Yaşanmışlığı olan insanlar, terapötik ilişkilerde yardımcı olan ve olmayan ögeleri açık bir şekilde belirtmişlerdir. Genellikle belirtilen özellikler teknik beceriler değil, bir kişinin ilişkileri faydalı bulup bulmadığıdır. Buna çare olarak, sağlık profesyonelleri, ilişkiye sadece profesyonel kimliklerini değil, tüm kişiliklerini dahil etme riskini almalıdır.
Sağlık, hastalığın yokluğundan daha fazlasını ifade eder. İyileşme ise belirtilerin yokluğu ya da varlığından çok daha fazlasıdır. Eğer belirtilerle baş etme veya belirtilerin tedavisi, kişinin sağlık profesyonelleriyle olan etkileşiminin tek odak noktası haline gelirse, bu durumda hastalığın baskın olduğu bir kimlik geliştirme riski son derece yüksek olur. Kendilerine hastalık merkezli bir açıdan bakılıyor olması, hizmet kullanıcısı olan birçok kişiden sürekli duyduğumuz, evrensel bir yakınmadır. Sağlık hizmeti sistemleri, sadece hastalığın değiştirilmesi, hafifletilmesi, yönetilmesi, tedavisi ya da desteğine odaklandığında, birçok kişi için söz konusu olan risk; hastaneye yatırılmaya ihtiyaç duymada artış, farklılaşma ve en nihayetinde yabancılaşma hissidir. Bu, damgalama, ayrımcılık ve hastaneye bağımlı hale getirmenin özü ve kökü ve yetiyitiminin de temelidir.
Michaela ve Margit, insan ya da kişi odaklı bakış açımızı hastalık odaklı bir bakış açısıyla değiştirme dürtüsüne karşı her zaman dikkatli olmamız gerektiği konusunda bizleri uyarmaktadır. Başkalarıyla olan ilişkilerimizde; kişinin kendi sıkıntılarına tesir etme, kendi hayatının kontrolünü tekrar ele geçirme, başkalarından farklı olmadığı hissini tekrar kazanma kapasitesini fark etmesini sağlayacak fırsatlara sahip olduğundan emin olmalı ve kişinin ‘kendini iyileştirme’ yönündeki aralıksız çabalarını hayranlık ve saygıyla izlemeliyiz. Bu, bir başkasına sunacağımız en güzel hediyelerden bir tanesidir.
Michaela ve Margit, uygulamalarımızı geliştirmek için bir hastalığı yenmekle ilgili tecrübe sahibi insanlardan nasıl bilgi edinebileceğimiz konusunda bizlere bir düşünme fırsatı sunmuştur ve bunun da, destek ortamlarını algılama ve sağlama şeklimizi geliştirici bir etkisi vardır. Bu öğrenme fırsatı sadece bu çalışmanın okunmasından ibaret değildir ve aslında, bizi her an çevreleyen yaşanmışlık bilgeliğini daima araştırma ve bulma isteğinde yatmaktadır.
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 125,46 | 125,46 |