Postanedeki Sandalye, yazarın işliğinde bedenleneli onbeş yıl olmuş, şimdi kitap kılığında okurun zihnine doğru yola koyuluyor. Yazı, yazın, kahraman, yazan, okuyan hakkında bir yazarak düşünme halinin, yazarın gençliğinde ne tür tutkunluk ve keşif, işkillenme ve iddia, sancı ve beklenti, karar ve duruş(yahut oturuş) durumlarıyla nasıl tecessüm ettiğinin, yine yazın içinden okurlara ve yazar- okurlara sergilenmesi, belki de ucu zehirli bir ok gibi fırlatılması . Yazan elin gösterenleri dikilen kahramının gösterilenlerine karşı.... Nesneler ve insanlar aleminden zihinsel ve insansız aleme, dış dünyadan iç dünyaya kaçış arzusuyla yazarın emelleri arasında sıkışıp salınan, kendisini azarlamaktan geri durmayan yazarın gözünün içine baka baka inadına silinen kahraman... Kahramanı silen de yazar olabilir mi? Serüvenin imhası, kahramanın ilgası, 'yazar'ın yazarlıktan istifası.
Postanedeki Sandalye'yi anlatmaya galiba en çok kendisi muktedir:
"Koskoca bir öğleden sonrası, ardından bir günbatımı ve bir gece vardı önünde. Ayakbağı dünyaların içinden geçmesi gerekiyordu. Onu bekleyen başka sandalyeleri görmezden mi gelecekti? Yalnızca sandalyeler olsa neyse, dersin, oysa o sandalyelere, o sandalyeli zamana eşlik edecek masalar, bardaklar, terlikler, küllükler vardı. Boğulayazdı, elini kıpırdattı.
Elini kımıldatması boşuna değildi, çünkü çevresini donatmakla yetinmeyip yaşamını dolduran nesneler düşünceye dönüşüyor, ardından da her düşünce kendisinin de oynadığı dramın bir parçası oluveriyordu."
"İnsanoğlu ısının ve soğuğun bölünmüş hallerinden oluşan kör, sağır ve duyarsız bir harf yığınıydı.
Ve harfler eti yarattı."
"Yazıcı cesaretini toplayarak, insan dilinde olmayan bu yaratığı, cansız varlığı ya da eylemsiz yaşamı inceledi bir süre."
"Oturukça, oturdukça ben, ben böylece bedenin her türlü açlığını, bedenin çökük güzelliğini ve küçük düşmesini , yoksulluğunu, iğrençliğini, ululuğunu tanıdım. Oturmanın bu bitmek tükenmek bilmez yinelenmelerinden birtakım övünçler yonttum kendime. En başta da sizin hor gördüğünüzü güzelleştirmek."
"Sandalyenin şu hantal, duruk ve gitgide yıpranmış, eprimiş görünümünden, eş deyişiyle öbür nesnelerden ayrılması demek, düşüncenin de nesnelerden ayrılması demekti bir yanıyla da. Henüz içine oturmadığı sandalyede birbirinden yalıtık ve sökük anlar birbirine bağlanacaktı, ama zihnin, ama anımsayışın, amasya imgelemin vs. Aracılığıyla, sandalyede soluk alıp verişi dirimsel kimliğinden sıyrılıp zamansal bir alanda devinmeye koyulacaktı, kaç kez inde, handiyse ayrıksamasız hep böyle olmuştu, hep böyle olagelmişti, odada olsun, otobüste olsun, postanede olsun, parkta olsun."
Postanedeki Sandalye, yazarın işliğinde bedenleneli onbeş yıl olmuş, şimdi kitap kılığında okurun zihnine doğru yola koyuluyor. Yazı, yazın, kahraman, yazan, okuyan hakkında bir yazarak düşünme halinin, yazarın gençliğinde ne tür tutkunluk ve keşif, işkillenme ve iddia, sancı ve beklenti, karar ve duruş(yahut oturuş) durumlarıyla nasıl tecessüm ettiğinin, yine yazın içinden okurlara ve yazar- okurlara sergilenmesi, belki de ucu zehirli bir ok gibi fırlatılması . Yazan elin gösterenleri dikilen kahramının gösterilenlerine karşı.... Nesneler ve insanlar aleminden zihinsel ve insansız aleme, dış dünyadan iç dünyaya kaçış arzusuyla yazarın emelleri arasında sıkışıp salınan, kendisini azarlamaktan geri durmayan yazarın gözünün içine baka baka inadına silinen kahraman... Kahramanı silen de yazar olabilir mi? Serüvenin imhası, kahramanın ilgası, 'yazar'ın yazarlıktan istifası.
Postanedeki Sandalye'yi anlatmaya galiba en çok kendisi muktedir:
"Koskoca bir öğleden sonrası, ardından bir günbatımı ve bir gece vardı önünde. Ayakbağı dünyaların içinden geçmesi gerekiyordu. Onu bekleyen başka sandalyeleri görmezden mi gelecekti? Yalnızca sandalyeler olsa neyse, dersin, oysa o sandalyelere, o sandalyeli zamana eşlik edecek masalar, bardaklar, terlikler, küllükler vardı. Boğulayazdı, elini kıpırdattı.
Elini kımıldatması boşuna değildi, çünkü çevresini donatmakla yetinmeyip yaşamını dolduran nesneler düşünceye dönüşüyor, ardından da her düşünce kendisinin de oynadığı dramın bir parçası oluveriyordu."
"İnsanoğlu ısının ve soğuğun bölünmüş hallerinden oluşan kör, sağır ve duyarsız bir harf yığınıydı.
Ve harfler eti yarattı."
"Yazıcı cesaretini toplayarak, insan dilinde olmayan bu yaratığı, cansız varlığı ya da eylemsiz yaşamı inceledi bir süre."
"Oturukça, oturdukça ben, ben böylece bedenin her türlü açlığını, bedenin çökük güzelliğini ve küçük düşmesini , yoksulluğunu, iğrençliğini, ululuğunu tanıdım. Oturmanın bu bitmek tükenmek bilmez yinelenmelerinden birtakım övünçler yonttum kendime. En başta da sizin hor gördüğünüzü güzelleştirmek."
"Sandalyenin şu hantal, duruk ve gitgide yıpranmış, eprimiş görünümünden, eş deyişiyle öbür nesnelerden ayrılması demek, düşüncenin de nesnelerden ayrılması demekti bir yanıyla da. Henüz içine oturmadığı sandalyede birbirinden yalıtık ve sökük anlar birbirine bağlanacaktı, ama zihnin, ama anımsayışın, amasya imgelemin vs. Aracılığıyla, sandalyede soluk alıp verişi dirimsel kimliğinden sıyrılıp zamansal bir alanda devinmeye koyulacaktı, kaç kez inde, handiyse ayrıksamasız hep böyle olmuştu, hep böyle olagelmişti, odada olsun, otobüste olsun, postanede olsun, parkta olsun."
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 19,72 | 19,72 |