Edward Bulwer-Lytton'ın 1834 yılında kaleme aldığı “Pompei'nin Son Günleri” isimli romanı, M.Ö. 79 yılında Vezüv Yanardağı'nın patlaması sonucu yok olan Pompei şehrinin ve içinde yaşayan farklı kültürlerden ve farklı sosyal sınıflardan insanların bir panoramasını sunuyor. Lord Bulwer-Lytton, engin tarih bilgisini ve edebiyattaki ustalığını harmanlayarak, okuru destansı bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.
“Demek uyuyorsun…” dedi Mısırlı, Campania'nın mağrur ve güzel çiçeği Pompei'yi öfkeli bakışlarla süzerken, “Bu, ölümün sonsuz huzuru mu yoksa? Şimdi, imparatorluğun tacındaki bir mücevhersin; bir zamanlar Nil'in şehirleri de senin gibiydi! O şehirlerin mükemmelliği kayboldu, yıkıntıların arasında uyuyor, sarayları ve tapınakları şimdi birer mezar taşı. Çimlerinde yılanlar dolanıyor, ıssız sokaklarında kertenkeleler kol geziyor. Doğanın birini aciz bırakırken diğerini yücelten gizemli kanununa dayanarak, o yıkıntıların üzerinde sen yükseldin. Sen, kibirli Roma, Sesostris ve Semiramis'in görkemini gasp ettin. Kendini onların ganimetleriyle donatan bir hırsızsın! Ben, unutulmuş krallığın son oğlu, zaferinin kölelerini, işgalci gücünün ve lüksünün haznelerini izlerken lanetler yağdırıyorum sana! Mısır'ın intikamını alacağı zaman elbet gelecektir! Barbarların küheylanları Neron'un Altın Evi'nde yemlendiklerinde! Ve senin fethinle ektiğin rüzgâr, hasadını perişan eden hortumlar olarak sana döndüğünde!”
Edward Bulwer-Lytton'ın 1834 yılında kaleme aldığı “Pompei'nin Son Günleri” isimli romanı, M.Ö. 79 yılında Vezüv Yanardağı'nın patlaması sonucu yok olan Pompei şehrinin ve içinde yaşayan farklı kültürlerden ve farklı sosyal sınıflardan insanların bir panoramasını sunuyor. Lord Bulwer-Lytton, engin tarih bilgisini ve edebiyattaki ustalığını harmanlayarak, okuru destansı bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.
“Demek uyuyorsun…” dedi Mısırlı, Campania'nın mağrur ve güzel çiçeği Pompei'yi öfkeli bakışlarla süzerken, “Bu, ölümün sonsuz huzuru mu yoksa? Şimdi, imparatorluğun tacındaki bir mücevhersin; bir zamanlar Nil'in şehirleri de senin gibiydi! O şehirlerin mükemmelliği kayboldu, yıkıntıların arasında uyuyor, sarayları ve tapınakları şimdi birer mezar taşı. Çimlerinde yılanlar dolanıyor, ıssız sokaklarında kertenkeleler kol geziyor. Doğanın birini aciz bırakırken diğerini yücelten gizemli kanununa dayanarak, o yıkıntıların üzerinde sen yükseldin. Sen, kibirli Roma, Sesostris ve Semiramis'in görkemini gasp ettin. Kendini onların ganimetleriyle donatan bir hırsızsın! Ben, unutulmuş krallığın son oğlu, zaferinin kölelerini, işgalci gücünün ve lüksünün haznelerini izlerken lanetler yağdırıyorum sana! Mısır'ın intikamını alacağı zaman elbet gelecektir! Barbarların küheylanları Neron'un Altın Evi'nde yemlendiklerinde! Ve senin fethinle ektiğin rüzgâr, hasadını perişan eden hortumlar olarak sana döndüğünde!”