Hülya Hanım, yazdığı mektubu boşlukta asılı duran hisleriyle tencereye bıraktı. Tüm umutlarını ardında bırakıp, uzak diyarlara kulaç atmak istiyordu. Kâğıdın tencereye yansıttığı beyazlığa ilişti bakışları. “İnsan” dedi içinden. “İnsan da bu kâğıt gibi etrafına renk vermeli.” Kuru kuru yaşamları, kâğıdın ilk halindeki odunlara benzetti. “İnsan yontulup kalıbından taşmalı, etrafındaki darbelerle şekillenmeli. “Biz” dedi, “ah! Tencereyle kâğıt olmayı beceremedik. Sen metalik gri olacaktın, bense beyaz bir kâğıt olacaktım. Yüreğimdeki kâğıdı okumayı bilseydin ne destanlar yazardık seninle ah be adam! Bu tencere gibi sarıp sarmalasaydın yüreğimdeki ateşi, yangın çıkar mıydı yuvamızda? Hangi kadın renklendirilmiş bir metalik griyi bırakmak ister ki? Düşüncelerim çılgınca gelse de, ben senin rengin olmayı ne çok isterdim. Oysa senin tuvalinde siyahtan başka renk yoktu.”
Bir filmin o an noktalanan sahnelerini nutkum tutulurcasına izliyordum. Belli ki başka bölümleri de vardı yaşananların. O bölümlerde kimler sahne alıp o biçare kuşun tüylerini yolacaktı. Ne kadarını dinlemeye tahammül edeceğimi o an kestiremiyordum. Bir an elektrikler gidip ekran kararsa, birkaç saat önceki kendime dönsem diye düşündüm. İstesem de kurtulamayacağımı anladığımdan, geri kalan sahneleri can kulağıyla dinlemeye karar verdim. Aslında dinlerken, başkalarının acısında kendimi sağdığımın, onardığımın farkındaydım. Bir an bencilce davranıp davranmadığımı sorguladım. Biz başkalarında yaşıyorduk, başkaları da bizde yaşıyordu. Hayatın özeti kısaca buydu. Ruhlarımız farklı bedenlerde, elbiselerde, kimliklerde, coğrafyalarda vücut bulmuştu anlaşılan. Evet, dinleyecektim.
Hülya Hanım, yazdığı mektubu boşlukta asılı duran hisleriyle tencereye bıraktı. Tüm umutlarını ardında bırakıp, uzak diyarlara kulaç atmak istiyordu. Kâğıdın tencereye yansıttığı beyazlığa ilişti bakışları. “İnsan” dedi içinden. “İnsan da bu kâğıt gibi etrafına renk vermeli.” Kuru kuru yaşamları, kâğıdın ilk halindeki odunlara benzetti. “İnsan yontulup kalıbından taşmalı, etrafındaki darbelerle şekillenmeli. “Biz” dedi, “ah! Tencereyle kâğıt olmayı beceremedik. Sen metalik gri olacaktın, bense beyaz bir kâğıt olacaktım. Yüreğimdeki kâğıdı okumayı bilseydin ne destanlar yazardık seninle ah be adam! Bu tencere gibi sarıp sarmalasaydın yüreğimdeki ateşi, yangın çıkar mıydı yuvamızda? Hangi kadın renklendirilmiş bir metalik griyi bırakmak ister ki? Düşüncelerim çılgınca gelse de, ben senin rengin olmayı ne çok isterdim. Oysa senin tuvalinde siyahtan başka renk yoktu.”
Bir filmin o an noktalanan sahnelerini nutkum tutulurcasına izliyordum. Belli ki başka bölümleri de vardı yaşananların. O bölümlerde kimler sahne alıp o biçare kuşun tüylerini yolacaktı. Ne kadarını dinlemeye tahammül edeceğimi o an kestiremiyordum. Bir an elektrikler gidip ekran kararsa, birkaç saat önceki kendime dönsem diye düşündüm. İstesem de kurtulamayacağımı anladığımdan, geri kalan sahneleri can kulağıyla dinlemeye karar verdim. Aslında dinlerken, başkalarının acısında kendimi sağdığımın, onardığımın farkındaydım. Bir an bencilce davranıp davranmadığımı sorguladım. Biz başkalarında yaşıyorduk, başkaları da bizde yaşıyordu. Hayatın özeti kısaca buydu. Ruhlarımız farklı bedenlerde, elbiselerde, kimliklerde, coğrafyalarda vücut bulmuştu anlaşılan. Evet, dinleyecektim.
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 48,00 | 48,00 |