Romanın asıl kahramanı olan Oblomov, klasik kahramanlar gibi genel bir tiptir. Bol bol hayal kurmasına, uyuşukluğuna ve tembelliğine rağmen çevresine sıkı sıkıya bağlı bir insandır.
Ne Raskolnikov ne Prens Andrey, eski Rus insanını, hatta bugün Doğuluları Oblomov kadar güçlü biçimde ortaya koyamamıştır. Doğu, belki de ilk kez İvan Gonçarov’un bu büyük eserinde kendi kendini tanımaya, Batı’dan farklı olduğunu anlamaya çalışmıştır.
Oblomov, yıkılmakta olan toplum düzeninin, Rus aristokrat sınıfının çocuğudur. Çiftliğini, toprak kölelerini kahyasına bırakıp büyük şehre gider ve devlet memuru olur. Toprak ağalığını ruhundan atamayan Oblomov’un, bir devlet memurunun disiplinine ve yaşam tarzına ayak uydurması mümkün değildir. İstifa eder ve çiftliğinden gelen paralarla geçinmeye çalışır. O kadar tembeldir ki, kendisine gelen hesapların doğruluğunu kontrol etmek için bile çiftliğine gitmeye üşenir. Kahya ne gönderiyorsa kabul eder. Bu da maddi çöküşü beraberinde getirir.
Çiftliğindeki yaşam tarzı ve gelenekler eski Rusya’dır. Şehirlerde ise artık yeni bir yaşam tarzı başlamıştır. Bu yeni yaşam tarzında aristokratların hiçbir rolü kalmamıştır. Romanda bu yeni yaşam tarzının temsilcisi baba tarafından Alman olan Ştolts’tur. Rusya’yı Avrupalılaşma yoluna götürecek olan da Ştolts gibi ileri görüşlü, çalışkan ve işlerini en iyi şekilde takip eden insanlardır. Ştolts, Oblomov’un kendi ülkesinde kazanamadığı konumu, refah ve mutluluğu kolayca elde eder. Oblomov uyuşukluğa gömüldükçe, batağa saplandıkça, Ştolts ve Ştolts gibilerin yıldızı her geçen gün biraz daha parlamaktadır.
İvan Gonçarov, Ştolts-Oblomov karşıtlığında eski ve yeni Rusya’yı, Doğu ile Batı’yı karşı karşıya getirmektedir. Bu karşıtlıklarla örülen ve Rusya’nın geri kalmışlığını vurgulayan bir başyapıtla...
Romanın asıl kahramanı olan Oblomov, klasik kahramanlar gibi genel bir tiptir. Bol bol hayal kurmasına, uyuşukluğuna ve tembelliğine rağmen çevresine sıkı sıkıya bağlı bir insandır.
Ne Raskolnikov ne Prens Andrey, eski Rus insanını, hatta bugün Doğuluları Oblomov kadar güçlü biçimde ortaya koyamamıştır. Doğu, belki de ilk kez İvan Gonçarov’un bu büyük eserinde kendi kendini tanımaya, Batı’dan farklı olduğunu anlamaya çalışmıştır.
Oblomov, yıkılmakta olan toplum düzeninin, Rus aristokrat sınıfının çocuğudur. Çiftliğini, toprak kölelerini kahyasına bırakıp büyük şehre gider ve devlet memuru olur. Toprak ağalığını ruhundan atamayan Oblomov’un, bir devlet memurunun disiplinine ve yaşam tarzına ayak uydurması mümkün değildir. İstifa eder ve çiftliğinden gelen paralarla geçinmeye çalışır. O kadar tembeldir ki, kendisine gelen hesapların doğruluğunu kontrol etmek için bile çiftliğine gitmeye üşenir. Kahya ne gönderiyorsa kabul eder. Bu da maddi çöküşü beraberinde getirir.
Çiftliğindeki yaşam tarzı ve gelenekler eski Rusya’dır. Şehirlerde ise artık yeni bir yaşam tarzı başlamıştır. Bu yeni yaşam tarzında aristokratların hiçbir rolü kalmamıştır. Romanda bu yeni yaşam tarzının temsilcisi baba tarafından Alman olan Ştolts’tur. Rusya’yı Avrupalılaşma yoluna götürecek olan da Ştolts gibi ileri görüşlü, çalışkan ve işlerini en iyi şekilde takip eden insanlardır. Ştolts, Oblomov’un kendi ülkesinde kazanamadığı konumu, refah ve mutluluğu kolayca elde eder. Oblomov uyuşukluğa gömüldükçe, batağa saplandıkça, Ştolts ve Ştolts gibilerin yıldızı her geçen gün biraz daha parlamaktadır.
İvan Gonçarov, Ştolts-Oblomov karşıtlığında eski ve yeni Rusya’yı, Doğu ile Batı’yı karşı karşıya getirmektedir. Bu karşıtlıklarla örülen ve Rusya’nın geri kalmışlığını vurgulayan bir başyapıtla...