Henüz on beş yaşımda iken, bir yandan lisede okuyor ve bir yandan da düğünlerde ve özel eğlencelerde bağlama çalıyordum. Her gittiğim düğünde ve eğlencede istenen şarkılar değişiyordu. Bir düğünde taşrada milliyetçilik marşı olarak bilinen “Genç Osman” şarkısı istenirken; başka bir düğünde yine taşrada sol düşünce ile bağdaştırılan “Leylim Ley” şarkısı isteniyordu. Bazı eğlencelerde bırakın Kürtçe bir şarkıyı, Ahmet Kaya çalmak “bile” kesinlikle yasaktı. Çünkü biz eğlence mekânına gidip teknik donanımı kurarken, davetin sahibi gelip yasak listemizi veriyor ve eğer yasak listesinden herhangi bir istek gelirse; isteyeni kendisine göndermemiz gerektiğini söylüyordu. Ve arkasından da ekliyordu: “Sakın X’i çalmayın… Sonra sizi ben bile kurtaramam…” Buradaki X bilinmeyeni, mekâna ve zamana göre değişiyordu. Bir keresinde Ahmet Kaya’nın “Kum Gibi” şarkısını söylerken; birisi amfinin fişini çekti ve dolayısıyla sesimizi kesmiş oldu. Birkaç dakika sonra yanımıza gelip; “Gürültü etmeyin… Adam gibi çalıp söyleyecekseniz, söyleyin… Yoksa hemen burayı terk edin…” dedi.
Bu kitap, bizzat benim başımdan geçen yukarıdaki hikâyeden hareket ederek, müzik ve gürültü kavramlarını siyaset teorisi içinde konumlandırmaya çalışmakta ve “Bir Ahmet Kaya şarkısı ya da Kürtçe söylenen bir şarkı gürültü müdür?” sorusuna yanıt aramaktadır. Kitapta bir dönem Kürtçeye karşı olan olumsuz toplumsal tavır ve Kürt müziğinin “gürültü” olarak değerlendirilmesinden yola çıkılarak “müzikal ötekileştirme” olgusu kavramsallaştırılmaya çalışılmakta ve bu kavramsal çerçeveden bakılarak geç dönem Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet’ten bugüne kadar Türkiye’deki müzik ve gürültü ikilemi incelenmektedir.
Henüz on beş yaşımda iken, bir yandan lisede okuyor ve bir yandan da düğünlerde ve özel eğlencelerde bağlama çalıyordum. Her gittiğim düğünde ve eğlencede istenen şarkılar değişiyordu. Bir düğünde taşrada milliyetçilik marşı olarak bilinen “Genç Osman” şarkısı istenirken; başka bir düğünde yine taşrada sol düşünce ile bağdaştırılan “Leylim Ley” şarkısı isteniyordu. Bazı eğlencelerde bırakın Kürtçe bir şarkıyı, Ahmet Kaya çalmak “bile” kesinlikle yasaktı. Çünkü biz eğlence mekânına gidip teknik donanımı kurarken, davetin sahibi gelip yasak listemizi veriyor ve eğer yasak listesinden herhangi bir istek gelirse; isteyeni kendisine göndermemiz gerektiğini söylüyordu. Ve arkasından da ekliyordu: “Sakın X’i çalmayın… Sonra sizi ben bile kurtaramam…” Buradaki X bilinmeyeni, mekâna ve zamana göre değişiyordu. Bir keresinde Ahmet Kaya’nın “Kum Gibi” şarkısını söylerken; birisi amfinin fişini çekti ve dolayısıyla sesimizi kesmiş oldu. Birkaç dakika sonra yanımıza gelip; “Gürültü etmeyin… Adam gibi çalıp söyleyecekseniz, söyleyin… Yoksa hemen burayı terk edin…” dedi.
Bu kitap, bizzat benim başımdan geçen yukarıdaki hikâyeden hareket ederek, müzik ve gürültü kavramlarını siyaset teorisi içinde konumlandırmaya çalışmakta ve “Bir Ahmet Kaya şarkısı ya da Kürtçe söylenen bir şarkı gürültü müdür?” sorusuna yanıt aramaktadır. Kitapta bir dönem Kürtçeye karşı olan olumsuz toplumsal tavır ve Kürt müziğinin “gürültü” olarak değerlendirilmesinden yola çıkılarak “müzikal ötekileştirme” olgusu kavramsallaştırılmaya çalışılmakta ve bu kavramsal çerçeveden bakılarak geç dönem Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet’ten bugüne kadar Türkiye’deki müzik ve gürültü ikilemi incelenmektedir.
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 150,00 | 150,00 |