Günün menüsü: Radyoaktif Börek, Nükleer Karnıyarık, Pörsük Kızartma, Toksik Salata. Üzerine bir dilim Yeşil Fosforlu Kek alır mısınız?
HAYIR. “Temiz su, temiz çevre haktır! Bütün insanlığın hakkıdır. Bunları istiyoruz. Şimdi ve burada!”
***
Matilda teyze yemek yapmanın ve kalabalık sofraların iyileştirici, birleştirici gücüne inanır. Düzenli mutfağı hep müdavimleriyle dolup taşar: spagetti canavarı Mertcan, zeytinyağlılara düşkün Ayla, iştahı az şakası bol Burak ve diğerleri… Onun isteğiyle lezzetli tariflerini kitaba dönüştürecek genç çiftimizi de unutmayalım. Ancak bir gün, kasabaya korkunç bir “dev” gelir, ardından da tuhaf bir yabancı. Derken Matilda teyzenin planları hatta tüm hayatı sil baştan değişir.
Yiğitler çiftinin hazırladığı, adı gibi şakacı ve sürprizlerle dolu bu “ikisi bir yerde” kitapta, çocuklar arasındaki dostluğa, çevreci mücadeleye, evde ve yolda olmaya, en çok da sevgiye dair sıcacık bir hikâye ve birbirinden leziz, yapımı son derece kolay yemek tarifleri bulacaksınız.
KİTAPTAN
Kasabaya bir “dev”in gelmesi demek, kasabadaki her şeyin “dev”le orantılı olarak büyümesi, devleşmesi demekti. Küçük dükkânlar büyüyerek kocaman alışveriş merkezlerine dönüşecek, evler gökdelen oluverecekti. Kasabaya oluk oluk akan paralarla lüks siteler, rezidanslar, stadyumlar ardı ardına yükselecekti. Kasabamız kocaman bir kumbara gibi çalışacaktı. Kumbarada tıkır tıkır biriken paraların hayali, hepsini çocuklar gibi heyecanlandırıyordu.
Diğer yanda, “dev”in geliş haberini endişeyle karşılayanlar vardı. Bu kadar büyük bir “dev”in küçük ve güzel kasabamız için doğurabileceği tehlikeler onları korkutuyordu. Bu “dev” nereye yerleşecekti? Kasabamızın kaynakları bir “dev”i beslemek için yeterli miydi? Her şeyden öte, “dev”in yiyip içtikleri sonucunda ortaya çıkan atıklarla nasıl baş edilecekti?
***
Kukuriku Sandviç
Bu tarif, siz ona ne derseniz o adla anılıyor. Matilda teyze çok küçükken büyükannesiyle birlikte yaptığı bu sandviçe çok sevdiği horozunun adını vermiş, tarif kitabında da “Kukuriku” diye kalmış. Sandviçe canımızın istediği ne varsa koyuyoruz; böylece Matilda teyzenin anlattığına göre, sandviç ekmeklerinin arasından çıkan malzemeler bir horozun kuyruğu gibi rengârenk görünüyormuş. Küçükken yaptığı tarife bu adı vermesinin nedeni buymuş. Mesela, Çimen sadece sebze ve yeşilliklerden oluşan malzemeler kullandı. Biz şimdi burada Burak’ın seçtiği malzemelerle “Omnomnom” adını verdiği tarifi yapalım:
Malzemeler:
- Sandviç ekmeği
- Bir çorba kaşığı tereyağı
- Salam dilimleri
- Çedar peyniri dilimleri
- Domates dilimleri
- Birkaç yaprak marul
- Çok az tuz
Burak’ın Sandviç Fıkralarından
Bir gün bir kafede ailemle yemekteyiz. “Bu sandviçi yiyemem. Hemen kafenin sahibini çağırın!” dedim. Annem, babam yaptığımın çok kaba olduğunu söylediler. Ama beni anlamıyorlardı. Tartıştık. Herkes bizi izliyordu. Derken, kafenin sahibi geldi, sandviçe baktı ve “Ben olsam ben de yemezdim!” dedi.
Yapılışı:
Sandviç ekmeğimizi ikiye bölmeden iyice açıp içine tereyağını sürüyoruz. Sonra, malzemeleri dilimlemesi için bir büyüğümüzden mutlaka yardım alıyoruz. Dilim halindeki malzemelerimizi istediğimiz sırayla ekmeğin içine yerleştirip biraz tuz ekliyoruz. Kukuriku, Omnomnom veya “Siz Ona Ne Ad Verirseniz Sandviçi”niz hazır! Burak hazırladığı sandviçten birkaç ısırık alıp bıraktı ama olsun, Mertcan onunkini de bir güzel yedi. Eminiz, siz kendi sandviçinizi afiyetle bitireceksiniz. Afiyet olsun!
***
Çok yüksekte ve çok uzaklardaydı. Kocaman bir karaltıydı. Dolunayın hemen önünde durduğundan rahatlıkla görebiliyordum. Evimizin tam karşısındaki yüksek tepelerin üzerinden, her adımda koca kayaları ve ağaçları yerinden sökerek kasabaya doğru geliyordu. Bu gidişle ev başımıza yıkılacaktı. Öylece kalakaldım.
Eşim koşarak içeriden geldi. Korkuyla birbirimize sarıldık. “Dev”, şimdi tepenin zirvesindeydi. Şöyle bir gerinerek bacasından sarı dumanlar saldı, sonra bir hamlede sıçradı, tepenin eteklerindeki evlerin üzerine atlayıp paramparça etti. Dışarıda yalnızca bacasını bırakarak toprağın altına dev bir köstebek gibi daldı ve bir anda her yer toz duman içinde kaldı.
Ertesi sabah evimizin tam karşısında çevresi sarı-siyah renklerle boyalı bir tabela asılıydı:
KUMBARA NÜKLEER SANTRALİ
İZİNSİZ GİRİLMEZ
***
Matilda teyzenin mutfağında bir çiçek bahçesindeymiş gibi hissedildiğini söylemem inanın boşuna değildir. Yılın farklı zamanlarında çiçek açan bitkileri sayesinde, bol güneşli penceresi hemen her mevsim farklı bir renge bürünür. Ama onun mutfağındaki çiçek bolluğunun asıl kaynağı, mutfak eşyalarındaki rengârenk desenlerdir. Koyu kızıllardan uçuk pembelere, menekşe morundan vişneçürüğüne çeşit çeşit ama uyumlu renkler… Bu mutfakta ona baktıkça tombul ve çalışkan bir bal arısı görür gibi olurum.
***
“Sizin gibi dostlarım olduğu için minnettarım” dedi Osman Bey hüzünle, “Ama söyler misiniz bana, insanın evi neresidir? İnsan ne zaman evindedir?”
Hiçbir şey diyemeden eşimle göz göze geldik. Cevabı yine Osman Bey verdi:
“İnsan, dostları ve dilleriyle kabul edildiği zaman evindedir. Ben burada bir yabancıyım.”
Hiçbir şey anlamadan baktık.
“Resimlerim, tablolarım benim bir dilimdir. Ağaçlarım, sebzelerim başka bir dilimdir. Ben onların diliyle konuşurum kulak verene. Görünen o ki kasabanızın sakinleri beni artık dinlemek istemiyor. O yüzden burada kalmam anlamsız.”
“Gidecek misiniz yani?” diye sordu eşim. Dudakları büzülmüştü.
***
Nükleer santralin kulesinden gür ve yemyeşil bir orman fışkırıyordu şimdi. Dalga dalga büyüyen yeşil bir deniz buradan akıyor, bütün kasabaya yayılıyordu. Güçlü dallar, gür yapraklar, kalın kökler santralin her bir köşesinden patlıyor; duvarların üzerinden, bacalardan, kapılardan, pencerelerden aşıyor, aşamadıkları duvarları paramparça edip dışarı taşıyordu. Santralden yürüyen otlar, bir halı gibi bütün sokakları, kapı ağızlarını, apartman koridorlarını, ev içlerini bastıkça kasabalılar şaşkınlıkla sokağa dökülüyordu.
Bütün bunlar olurken, Osman Bey ise hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi iki ağaç arasına kurduğu hamağında keyifle sallanıyordu.
Kasabalıların şaşkın ve korkulu bakışları arasında “dev”in kulesi birkaç kez sarsıldı. Hapşırmak üzere olan birinin burnu gibi tuhaf biçimde kıvrıldı. Ardından kulakları sağır eden bir gümbürtüyle bütün kasabanın üzerine konfeti saçar gibi çeşit çeşit çiçek püskürttü. İşte o an, her birinin ahenkli bir orkestranın üyelerini hatırlattığı bir çiçek senfonisi başladı.
Yazarlar Hakkında:
Yanardağın altındaki rüzgârgüllü evlerinin mutfağında çocuklarıyla vakit geçirip hikâyeler uydurmayı, yolculuklara çıkıp yeni tatlar denemeyi seven Yiğitler çifti, bu kitap için havuç ve bezelye gibi, güçlerini birleştirdi.
Hikâye Şener’in tatlı dilli hayallerinden, tariflerse Hacer’in rengârenk tatlar sunan ellerinden çıktı. Şener 1984, Hacer 1986 doğumlu. Hacer yaşıtlarınıza İngilizce öğreten, her gününü çocuklarla bölüşen bir ilkokul öğretmeni. Şener ise üniversitede öğretmen diyebiliriz; edebiyat hakkında araştırıyor, bildiklerini genç öğrencileriyle paylaşıyor. Bir de sizin için leziz kitaplar yazıyor.
Günün menüsü: Radyoaktif Börek, Nükleer Karnıyarık, Pörsük Kızartma, Toksik Salata. Üzerine bir dilim Yeşil Fosforlu Kek alır mısınız?
HAYIR. “Temiz su, temiz çevre haktır! Bütün insanlığın hakkıdır. Bunları istiyoruz. Şimdi ve burada!”
***
Matilda teyze yemek yapmanın ve kalabalık sofraların iyileştirici, birleştirici gücüne inanır. Düzenli mutfağı hep müdavimleriyle dolup taşar: spagetti canavarı Mertcan, zeytinyağlılara düşkün Ayla, iştahı az şakası bol Burak ve diğerleri… Onun isteğiyle lezzetli tariflerini kitaba dönüştürecek genç çiftimizi de unutmayalım. Ancak bir gün, kasabaya korkunç bir “dev” gelir, ardından da tuhaf bir yabancı. Derken Matilda teyzenin planları hatta tüm hayatı sil baştan değişir.
Yiğitler çiftinin hazırladığı, adı gibi şakacı ve sürprizlerle dolu bu “ikisi bir yerde” kitapta, çocuklar arasındaki dostluğa, çevreci mücadeleye, evde ve yolda olmaya, en çok da sevgiye dair sıcacık bir hikâye ve birbirinden leziz, yapımı son derece kolay yemek tarifleri bulacaksınız.
KİTAPTAN
Kasabaya bir “dev”in gelmesi demek, kasabadaki her şeyin “dev”le orantılı olarak büyümesi, devleşmesi demekti. Küçük dükkânlar büyüyerek kocaman alışveriş merkezlerine dönüşecek, evler gökdelen oluverecekti. Kasabaya oluk oluk akan paralarla lüks siteler, rezidanslar, stadyumlar ardı ardına yükselecekti. Kasabamız kocaman bir kumbara gibi çalışacaktı. Kumbarada tıkır tıkır biriken paraların hayali, hepsini çocuklar gibi heyecanlandırıyordu.
Diğer yanda, “dev”in geliş haberini endişeyle karşılayanlar vardı. Bu kadar büyük bir “dev”in küçük ve güzel kasabamız için doğurabileceği tehlikeler onları korkutuyordu. Bu “dev” nereye yerleşecekti? Kasabamızın kaynakları bir “dev”i beslemek için yeterli miydi? Her şeyden öte, “dev”in yiyip içtikleri sonucunda ortaya çıkan atıklarla nasıl baş edilecekti?
***
Kukuriku Sandviç
Bu tarif, siz ona ne derseniz o adla anılıyor. Matilda teyze çok küçükken büyükannesiyle birlikte yaptığı bu sandviçe çok sevdiği horozunun adını vermiş, tarif kitabında da “Kukuriku” diye kalmış. Sandviçe canımızın istediği ne varsa koyuyoruz; böylece Matilda teyzenin anlattığına göre, sandviç ekmeklerinin arasından çıkan malzemeler bir horozun kuyruğu gibi rengârenk görünüyormuş. Küçükken yaptığı tarife bu adı vermesinin nedeni buymuş. Mesela, Çimen sadece sebze ve yeşilliklerden oluşan malzemeler kullandı. Biz şimdi burada Burak’ın seçtiği malzemelerle “Omnomnom” adını verdiği tarifi yapalım:
Malzemeler:
- Sandviç ekmeği
- Bir çorba kaşığı tereyağı
- Salam dilimleri
- Çedar peyniri dilimleri
- Domates dilimleri
- Birkaç yaprak marul
- Çok az tuz
Burak’ın Sandviç Fıkralarından
Bir gün bir kafede ailemle yemekteyiz. “Bu sandviçi yiyemem. Hemen kafenin sahibini çağırın!” dedim. Annem, babam yaptığımın çok kaba olduğunu söylediler. Ama beni anlamıyorlardı. Tartıştık. Herkes bizi izliyordu. Derken, kafenin sahibi geldi, sandviçe baktı ve “Ben olsam ben de yemezdim!” dedi.
Yapılışı:
Sandviç ekmeğimizi ikiye bölmeden iyice açıp içine tereyağını sürüyoruz. Sonra, malzemeleri dilimlemesi için bir büyüğümüzden mutlaka yardım alıyoruz. Dilim halindeki malzemelerimizi istediğimiz sırayla ekmeğin içine yerleştirip biraz tuz ekliyoruz. Kukuriku, Omnomnom veya “Siz Ona Ne Ad Verirseniz Sandviçi”niz hazır! Burak hazırladığı sandviçten birkaç ısırık alıp bıraktı ama olsun, Mertcan onunkini de bir güzel yedi. Eminiz, siz kendi sandviçinizi afiyetle bitireceksiniz. Afiyet olsun!
***
Çok yüksekte ve çok uzaklardaydı. Kocaman bir karaltıydı. Dolunayın hemen önünde durduğundan rahatlıkla görebiliyordum. Evimizin tam karşısındaki yüksek tepelerin üzerinden, her adımda koca kayaları ve ağaçları yerinden sökerek kasabaya doğru geliyordu. Bu gidişle ev başımıza yıkılacaktı. Öylece kalakaldım.
Eşim koşarak içeriden geldi. Korkuyla birbirimize sarıldık. “Dev”, şimdi tepenin zirvesindeydi. Şöyle bir gerinerek bacasından sarı dumanlar saldı, sonra bir hamlede sıçradı, tepenin eteklerindeki evlerin üzerine atlayıp paramparça etti. Dışarıda yalnızca bacasını bırakarak toprağın altına dev bir köstebek gibi daldı ve bir anda her yer toz duman içinde kaldı.
Ertesi sabah evimizin tam karşısında çevresi sarı-siyah renklerle boyalı bir tabela asılıydı:
KUMBARA NÜKLEER SANTRALİ
İZİNSİZ GİRİLMEZ
***
Matilda teyzenin mutfağında bir çiçek bahçesindeymiş gibi hissedildiğini söylemem inanın boşuna değildir. Yılın farklı zamanlarında çiçek açan bitkileri sayesinde, bol güneşli penceresi hemen her mevsim farklı bir renge bürünür. Ama onun mutfağındaki çiçek bolluğunun asıl kaynağı, mutfak eşyalarındaki rengârenk desenlerdir. Koyu kızıllardan uçuk pembelere, menekşe morundan vişneçürüğüne çeşit çeşit ama uyumlu renkler… Bu mutfakta ona baktıkça tombul ve çalışkan bir bal arısı görür gibi olurum.
***
“Sizin gibi dostlarım olduğu için minnettarım” dedi Osman Bey hüzünle, “Ama söyler misiniz bana, insanın evi neresidir? İnsan ne zaman evindedir?”
Hiçbir şey diyemeden eşimle göz göze geldik. Cevabı yine Osman Bey verdi:
“İnsan, dostları ve dilleriyle kabul edildiği zaman evindedir. Ben burada bir yabancıyım.”
Hiçbir şey anlamadan baktık.
“Resimlerim, tablolarım benim bir dilimdir. Ağaçlarım, sebzelerim başka bir dilimdir. Ben onların diliyle konuşurum kulak verene. Görünen o ki kasabanızın sakinleri beni artık dinlemek istemiyor. O yüzden burada kalmam anlamsız.”
“Gidecek misiniz yani?” diye sordu eşim. Dudakları büzülmüştü.
***
Nükleer santralin kulesinden gür ve yemyeşil bir orman fışkırıyordu şimdi. Dalga dalga büyüyen yeşil bir deniz buradan akıyor, bütün kasabaya yayılıyordu. Güçlü dallar, gür yapraklar, kalın kökler santralin her bir köşesinden patlıyor; duvarların üzerinden, bacalardan, kapılardan, pencerelerden aşıyor, aşamadıkları duvarları paramparça edip dışarı taşıyordu. Santralden yürüyen otlar, bir halı gibi bütün sokakları, kapı ağızlarını, apartman koridorlarını, ev içlerini bastıkça kasabalılar şaşkınlıkla sokağa dökülüyordu.
Bütün bunlar olurken, Osman Bey ise hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi iki ağaç arasına kurduğu hamağında keyifle sallanıyordu.
Kasabalıların şaşkın ve korkulu bakışları arasında “dev”in kulesi birkaç kez sarsıldı. Hapşırmak üzere olan birinin burnu gibi tuhaf biçimde kıvrıldı. Ardından kulakları sağır eden bir gümbürtüyle bütün kasabanın üzerine konfeti saçar gibi çeşit çeşit çiçek püskürttü. İşte o an, her birinin ahenkli bir orkestranın üyelerini hatırlattığı bir çiçek senfonisi başladı.
Yazarlar Hakkında:
Yanardağın altındaki rüzgârgüllü evlerinin mutfağında çocuklarıyla vakit geçirip hikâyeler uydurmayı, yolculuklara çıkıp yeni tatlar denemeyi seven Yiğitler çifti, bu kitap için havuç ve bezelye gibi, güçlerini birleştirdi.
Hikâye Şener’in tatlı dilli hayallerinden, tariflerse Hacer’in rengârenk tatlar sunan ellerinden çıktı. Şener 1984, Hacer 1986 doğumlu. Hacer yaşıtlarınıza İngilizce öğreten, her gününü çocuklarla bölüşen bir ilkokul öğretmeni. Şener ise üniversitede öğretmen diyebiliriz; edebiyat hakkında araştırıyor, bildiklerini genç öğrencileriyle paylaşıyor. Bir de sizin için leziz kitaplar yazıyor.
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 60,52 | 60,52 |