Bayburt’un bu kitap içindeki özgül varlığını tanımlamak için, onun medyatik temsilindeki yersiz-yurtsuzluk baskısı tarafından daraltılan yerselliğini de hesaba katmak gerekir. Çünkü Bayburt, hem bir yer olarak hem de yersiz-yurtsuz bir medyatik düşünsel ya da imge olarak vardır. Bu kitapta; İstanbul, Ankara, İzmir ve Bayburt arasındaki denklem, uzay mekanlı bir parodik komedi filminde söylenen ‘Ateş, Su, Toprak ve Tahta’ ilişkisindeki absürt sınıflandırma kadar göze batar halde yeniden kuruldu. Söz uzaydan açılmışken, Bayburt’un şehirsel kaderini paylaşan kozmolojik bir ‘yer’in ‘uzaklığı’ ve ‘küçüklüğü’ bahsinde de bir eğretileme yapmak unutulmadı. Namı diğer ‘Cüce Gezegen’ Plüton, tıpkı Bayburt gibi ‘uzaktaydı’ ve bir ‘gezegen olup olmadığı’ konusunda uzlaşamayan insanların medyatik hafızalarında, boşlukta aktığından daha fazla hengâmeyle akıyordu. Bayburt bu benzeyişle; onun hakkında söylenler üreten medyatik öznelerin gündelik nakaratlarında ‘şehir olup olmadığı’ ihtilafıyla yer tutuyordu. Bu iki ‘uzak’ yerin en belirgin ortak paydası ise, yalnızca kendi başlarına var olmalarına imkan tanınmadan, merkezi yerleri tanımlamak için medyatik olarak yeniden var edilmeleriydi. Plüton, dünyadaki birileri tarafından tahayyül edildiğinde artık dünya dışı bir form olarak kalamazdı, bir hayli dünyalıydı, dünyadandı ve dünyaya özgüydü. Dünya dışı oluşu ile arasındaki bağ, dünyada oluşunun gücü ile kesiliyordu, tıpkı Bayburt gibi… Bayburt, mega kentlerde düşünülüş anı itibariyle asla ‘yer’inde duramazdı. O, mega kentlerin kalbinde yer alan bir caddede gezinen kalabalıklar tarafından her sokağa taşınıyor ve dolduramadığı ‘yer’ine nazire edercesine mega kent ütopyasının sembolik doluşuna hizmet ediyordu. Bu nedenle elinizdeki kitap, Bayburt’u olduğu ‘yer’de değil, hiç olmadığı zihinsel yersiz-yurtsuzlukta aradı: İstanbul, Ankara ve İzmir’de yaşayan mega kentlilerin kafalarında…
Bayburt’un bu kitap içindeki özgül varlığını tanımlamak için, onun medyatik temsilindeki yersiz-yurtsuzluk baskısı tarafından daraltılan yerselliğini de hesaba katmak gerekir. Çünkü Bayburt, hem bir yer olarak hem de yersiz-yurtsuz bir medyatik düşünsel ya da imge olarak vardır. Bu kitapta; İstanbul, Ankara, İzmir ve Bayburt arasındaki denklem, uzay mekanlı bir parodik komedi filminde söylenen ‘Ateş, Su, Toprak ve Tahta’ ilişkisindeki absürt sınıflandırma kadar göze batar halde yeniden kuruldu. Söz uzaydan açılmışken, Bayburt’un şehirsel kaderini paylaşan kozmolojik bir ‘yer’in ‘uzaklığı’ ve ‘küçüklüğü’ bahsinde de bir eğretileme yapmak unutulmadı. Namı diğer ‘Cüce Gezegen’ Plüton, tıpkı Bayburt gibi ‘uzaktaydı’ ve bir ‘gezegen olup olmadığı’ konusunda uzlaşamayan insanların medyatik hafızalarında, boşlukta aktığından daha fazla hengâmeyle akıyordu. Bayburt bu benzeyişle; onun hakkında söylenler üreten medyatik öznelerin gündelik nakaratlarında ‘şehir olup olmadığı’ ihtilafıyla yer tutuyordu. Bu iki ‘uzak’ yerin en belirgin ortak paydası ise, yalnızca kendi başlarına var olmalarına imkan tanınmadan, merkezi yerleri tanımlamak için medyatik olarak yeniden var edilmeleriydi. Plüton, dünyadaki birileri tarafından tahayyül edildiğinde artık dünya dışı bir form olarak kalamazdı, bir hayli dünyalıydı, dünyadandı ve dünyaya özgüydü. Dünya dışı oluşu ile arasındaki bağ, dünyada oluşunun gücü ile kesiliyordu, tıpkı Bayburt gibi… Bayburt, mega kentlerde düşünülüş anı itibariyle asla ‘yer’inde duramazdı. O, mega kentlerin kalbinde yer alan bir caddede gezinen kalabalıklar tarafından her sokağa taşınıyor ve dolduramadığı ‘yer’ine nazire edercesine mega kent ütopyasının sembolik doluşuna hizmet ediyordu. Bu nedenle elinizdeki kitap, Bayburt’u olduğu ‘yer’de değil, hiç olmadığı zihinsel yersiz-yurtsuzlukta aradı: İstanbul, Ankara ve İzmir’de yaşayan mega kentlilerin kafalarında…
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 53,90 | 53,90 |