Bu kitabın yazarı Doğu ülkelerini kendinden önce gezmiş olan kişilerden şu görüşü sıkça işitmiştir. Gezginler de dâhil olmak üzere pek çok kişinin söylediğine göre, özellikle Yunanistan’ın her köşesi antik eserlerle o kadar dolup taşmaktadır ki bir bıçak dışında başka hiç bir alete gerek kalmadan nerede isterseniz orayı kazıp çuvallar dolusu sikkeler ve vazolar bulabilirsiniz.
Aynı şey Küçük Asya için de söz konusudur. En sıradan bir gözlemcinin bile anlattığı gibi antik çağın değerli kalıntıları ile kaplanmış Anadolu topraklarını hangi cihetten geçerseniz geçin, bütün dünyanın dikkatini çekecek bir şeyler bulmamanız mümkün değildir.
Küçük Asya’nın her eyaletinde çok sayıda antik kentin bulunduğu tartışılmaz bir gerçektir ama bu kentlerin konumlarını tespit etmek hiç de kolay bir iş değildir. Önemli harabeler bulunduğunda ise bu yerlerin antik isimlerini kesinlikle belirlemek olanak dışıdır.
Yüzyıllar öncesinde basılmış olan “Ptolemi Coğrafyası” kitabının ilk baskıları hala çağımızın gözlemcilerini heyecanlandırmaya devam ediyor. Bu antik baskılarda zikredilen yerler günümüzde yeni baştan keşfediliyor. Bu coğrafya kitabında her eyaletin sınırları işaretlenmiş ve her antik kentin ve kasabanın yeri dikkatle belirlenmiştir. Ancak, gezginlerin şansına bu mekânlar bu antik haritalarda sık sık gerçek coğrafi konumlarının yüzlerce mil ötesindeki noktalara tekabül etmektedir.
Selenography’nin son derece asil araştırmalarında ayın konumuna göre belirli pozisyon alan her dağı, her nehri ve gölü görmekten gözümüz zevk alıyor ama zorluk bu haritanın doğrulanması sırasında ortaya çıkıyor.
Mons. Lapie’nin Kont Guillemont’un desteği ile hazırladığı muhteşem haritadan göze daha güzel görünebilecek ne olabilir? Büyük kentleri ve kasabaları bir yana bırakın, her bir tepe, her bir çay, antik dönemin en küçük yerleşim birimleri dahi insanı şaşırtacak derecede büyük bir titizlikle belirlenmiş. Hatta büyük olasılıkla Türkiye’nin bütün Avrupa yakasının haritası ve Asya kısmına ait haritanın büyük bir kısmı da gerçeğe uygun olabilir.
Ama bugüne kadar yayınlanmış haritalarda Küçük Asya’nın orta bölümlerine bakın – daha doğrusu Kayseri’den Bergama’ya çekilen bir hat ile Karya’nın güney sahilleri ve Likya, Pamfilya ve Kilikya sahilleri arasında kalan ve ta Tarsus’a kadar - Yüzbaşı Beaufort tarafından takdire şayan ve tatminkâr bir şekilde haritası çıkarılan bölgeye bakın. Bu coğrafi alana ait haritada gerçeğe uygun kısım ne kadardır? Keşfedilmeyi bekleyen kısımla karşılaştırıldığında ne kadar az biliniyor…
Anadolu’nun ona hürmet borcu olması gereken Albay Leake’in mütevazı ancak paha biçilemez haritasında ne kadar çok yer hala belirlenmemiş ve kaç tane önemli şehrin yerinde soru işareti bulunuyor!
Bu yazarın son on iki yıldır İzmir’deki İngiliz Kolonisinin Papazı olarak üstlendiği pozisyon ona doğal olarak Anadolu’nun antik coğrafyası hakkında - bunun da ötesinde kendi mesleğine yönelik daha yakın bir ilginin sonucu olarak - Hıristiyanlığın erken tarihinde ulvileşmiş ve takdis edilmiş yerler hakkında bilgi toplama fırsatları sağladı.
Hıristiyanlık için kutsal sayılabilecek bu yerlerin öne çıkanları arasında “Yedi Apokalips Kilisesi”bulunmaktadır.[2] Bu kiliselerin kesin konumu ve harabelerini çoktan beri bilinse de bu yazar bundan altı yıl önce kendisinin buralara yaptığı gezilerin anlatımını Albay Leake’in ona önerdiği önemli coğrafi araştırma notları ile birlikte halka sunma girişiminde bulundu. Eğer bu çalışma bir nebze dikkate değer bir şeyler içerdiyse, bu da büyük oranda bu seçkin coğrafya bilgininin teşviki ve değerli notları sayesinde mümkün oldu.
Aşağıda Albay Leake’e ait günlüklerden alınan bölümler bu yazarın kendisi için belirlediği araştırma konularına ışık tutuyor.
“Herodotus Antik Colossae’den (Honaz) yarım mil kadar uzaklıkta Lycus Çayında (Çürüksu) bir yeraltı mecrasından bahseder ama tarihçinin bu gözlemlerini veya Colossae (Honaz) ve Apamea (Dinar) arasındaki Anava Tuz Gölünün (Acıgöl) varlığını henüz hiçbir gezgin doğrulamamıştır.”
“Antik Apamea’nın konumu kadar – ki Küçük Asya’nın batı kısmının antik coğrafyası için çok önemli bir noktadır - doğuda antik Tyana’nın (Tiyana - Bor) henüz keşfedilmemiş olması, Küçük Asya’daki coğrafi keşiflerde sağlanan kısıtlı ilerleme konusunda daha kuvvetli bir kanıt olamaz.”
“Özellikle Apamea (Dinar) ve Sagalassus (Ağlasun) gibi şehirlerin konumları kesin bir şekilde belirlenmeden okuyucuyu lüzumsuz tahminlerle sıkmak gereksizdir.”
Yazarın, Colossae ve Apamea arasındaki Anava Gölünü, Apamea ve Sagalassus şehirlerini ve modern Chonas – Honaz yakınında Herodot’un anlatımlarına uyan bir nehri keşfetmeyi başardığını ve antik Colossae şehrinin konumunu - neredeyse doğru ama tam kesinlikle değil - keşfettiğini söylemesi maruz görülmelidir.
1832 yılının Ağustosunda, bu kitabın yazarı Lady Franklin’e eşlik etmek üzere bir davet aldı. Kocası Sir John Franklin kuzey yarım kürede coğrafi keşifler gerçekleştirmek için ne kadar büyük şevk ve beceri gösterdi ise Lady Franklin de güney yarım kürede aynı şevk ve beceriyi göstermiştir. Onun seyahati bu sefer Yedi Kilise ile sınırlı idi; ancak yazar bu daveti kabul etmek için çok hevesli olsa da, bünyesinin Ağustos ayının kızgın güneşini kaldıramayacak olması nedeni ile reddetmek zorunda kaldı. Bu olumsuz cevaptan yılmayan Lady Franklin bu geziyi yapmakta ısrar etti. Onun ilim aşkı o kadar kuvvetli idi ki, onunla birlikte seyahat eden doktor arkadaşı Sardis’te atından inip gölgeye sığınırken, Lady Franklin kızgın güneşten aşırı derecede etkilenmesine rağmen Hermus (Gediz) nehrini geçip Lidya Krallarından Halyattes’in tümülüs mezarını inceledi. Doğrusu, Aziz Yohanna’nın yaşadığı dönemlerden beri hiçbir İngiliz hanımı, daha doğrusu atına İngiliz usulü yan binen bir kadın, bu Apokalips kiliselerini gezmiş değildi.
O yılın ilerleyen yaz aylarında yazar bu kitapta anlatılacak olan gezinin planlarını tamamladı.
İzmir’deki mevcut görevlerinden çok uzun süre uzak kalamayacağını göz önünde bulundurarak zamandan tasarruf edebilmek için tekrar ve tekrar Anadolu’nun iç taraflarında yaşayan Türk ve Rum tüccarlardan ve kervan sürücülerinden en detaylı bilgileri topladıktan sonra bu ikinci geziye koyuldu.
Gezinin amacı yazarın topladığı ön bilgiler doğrultusunda önceden belirlediği önemli birkaç antik şehrin harabelerini araştırmaktı. Bu harabeler arasında en başta ve en önemlisi olarak bir Hıristiyan coğrafyacısı için çok büyük önem taşıyan ve Aziz Pavlus’un Hitabeleri ve yaşadığı zulümler ile kutsallaşan Pisidya Antakyası’nın (Yalvaç) yerini belirlemekti. Albay Leake’in dediği gibi bu şehrin konumunun belirlenmesi bu bölgenin ve civarının karşılaştırmalı coğrafyasına katkılar da sağlayacaktı. Yazar aynı zamanda Lystra ve Derbe kalıntılarının yerini belirleme umutları da taşımakta idi.[3] İlk seyahatinde olduğu gibi bugüne kadar varlığı belirlenmiş ve kitaplarda yayınlanmış rotalardan uzak durmaya karar vererek böylece gücünü Küçük Asya’nın merkezi coğrafyasına yöneltti.
Yazara bu seyahatinde bugün İzmir’de Belçika hükümetinin konsolosu olduğunu umduğu çok yakın ve zeki dostu Mösyö Dethier eşlik etmekte idi. Bu gezgin ikili amaçlarına en yüksek beklentilerin çok ötesinde ulaşmayı başardı. Kula civarındaki çok ilginç Catacecaumene[4] bölgesinden geçip pek çok sönmüş volkanların oluşturduğu bölgeyi araştırdıktan sonra seyahatlerinin ilk hedefi olan harabeler arasında antik bir şehrin önemli kalıntılarına ulaştılar. Daha iyi bir isim bulununcaya kadar yazar burayı Clanudda[5] olarak adlandıracak. Ancak kireç taşlarına kazınmış sayısız mezar taşlarındaki yazıtlara bakılırsa bu yerin adı Necropolis olmalı. Daha sonra Hermus (Gediz) ve Meander (Büyük Menderes) nehirleri arasında kalan bölgeden geçerken Eucarpia[6] şehrinin muhtemel kalıntılarını buldular. Frigya bölgesinin en önemli şehirleri olan antik Eumenia ve Apamea kentlerinin Işıklı ve Dinar’da olduğu bulunan yazıtlar sayesinde kesin bir şekilde kanıtlanmıştır.
Gezginler antik mesafe tablolarında Apamea’dan tam 25 mil ötede olduğu belirtilen Apollonia (Uluborlu) şehrinin muhteşem kalıntılarını tam bu mesafede buldular. Burada buldukları yazıtlar sayesinde bu harabenin Apollonia olduğu kesin bir biçimde kanıtlandı. Bunun yanı sıra Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden beri burada yaşayan bir Rum kolonisi ile karşılaşmak bu gezide yaşanan pek çok ilginç şeyler arasında hatırı sayılır buluşlardan birisini oluşturdu. Pisidya Başpiskoposluğu bölgesinde yaşasalar da bu Rum kolonisinin dışarıdaki hiç bir Hıristiyan topluluğu ile ilişkisi yok ve sadece kendi aralarında evleniyorlar.
Apollonia’nın keşfi seyahatin öncelikli hedefi olan Pisidya Antiochea’sının (Yalvaç) keşfinde yardımcı oldu; eski kitaplardaki mesafe tablolarında gösterildiği gibi Apollonia’nın 45 mil ötesinde bu Pisidya şehrinin muhteşem kalıntıları gözler önüne serildi. Kalıntılar çoğunlukla yıkılmış mabetler, kiliseler ve yazarın bugüne kadar gördüğü en muhteşem bir şekilde yapılmış 20 ila 30 boğumlu su kemerlerinden oluşmakta idi.
O noktadan sonra gezginler toplam çevresi en az 100 mil olan Eğridir Gölünün üç tarafındaki kıyıyı dolandılar. Güneyde muhteşem şehir kalıntılarının bulunduğu bilgisini almaları üzerine Isparta üzerinden Büyük İskender’in muhasara etmesi ile ün yapan Sagalassus’a (Ağlasun) gittiler. Oradan Selge harabelerinin izini sürdüler: bu bölgede buldukları harabeler Selge’ye ait olmasa da oldukça önemli bir şehre ait olduğuna şüphe yoktur. Gezginler Perge, Lystra ve Derbe’ye gitmek istediler. Ancak İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusunun Konya’ya girmesi üzerine antik harabe uğruna kişisel güvenliklerini riske atmanın akıllı bir iş olmadığına karar verdiler. Onun üzerine Burdur’a döndüler ve orada büyük ölçüde yeni bir rota çizerek Honaz’a vardılar. Honaz’da Lycus (Çürüksu) adı verilen nehrin tekrar incelenmesi ile Colossae antik kentinin konumunu Honaz olarak belirlediler.
Her ne kadar bu gezi altı hafta alsa da, bu süre içinde gezilen mesafe bin milin altında olamazdı; Avrupalıların şimdiye kadar tanımadığı, daha doğrusu Avrupa menşeli coğrafya kitaplarında basılmamış yeni keşfedilen yerlere ait yol güzergâhının uzunluğu 600 milden aşağı olmamalı.
Yazar, bu senenin sonbaharında veya gelecek senenin baharında, Pisidya Başpiskoposunun misafirperverliğinden yararlanarak başpiskoposluk bölgesinde – ki bugünkü sınırlarına göre Pisidya, Pamfilya, Likya ve diğer bölgeleri kapsamaktadır - yapacağı ziyaretlerde ona eşlik etmeyi umut ediyordu. Bu gezinin bu önemli ve bugüne kadar çok az araştırılmış bölgelerin fiziksel açıdan coğrafi keşfine katkı yapması beklenebilirdi. Ancak bu yolculukta ağır hastalanan yazarı Tanrının eli fena vurdu ve en az bir mevsim boyunca İzmir’deki görevini terk edip Avrupa’ya dönmesini gerektirdi ve büyük bir zevkle yapmayı umut ettiği keşifleri geleceğe ve daha sorunsuz gezginlere bırakmak zorunda kaldı..
Bu kitabın yazarı Doğu ülkelerini kendinden önce gezmiş olan kişilerden şu görüşü sıkça işitmiştir. Gezginler de dâhil olmak üzere pek çok kişinin söylediğine göre, özellikle Yunanistan’ın her köşesi antik eserlerle o kadar dolup taşmaktadır ki bir bıçak dışında başka hiç bir alete gerek kalmadan nerede isterseniz orayı kazıp çuvallar dolusu sikkeler ve vazolar bulabilirsiniz.
Aynı şey Küçük Asya için de söz konusudur. En sıradan bir gözlemcinin bile anlattığı gibi antik çağın değerli kalıntıları ile kaplanmış Anadolu topraklarını hangi cihetten geçerseniz geçin, bütün dünyanın dikkatini çekecek bir şeyler bulmamanız mümkün değildir.
Küçük Asya’nın her eyaletinde çok sayıda antik kentin bulunduğu tartışılmaz bir gerçektir ama bu kentlerin konumlarını tespit etmek hiç de kolay bir iş değildir. Önemli harabeler bulunduğunda ise bu yerlerin antik isimlerini kesinlikle belirlemek olanak dışıdır.
Yüzyıllar öncesinde basılmış olan “Ptolemi Coğrafyası” kitabının ilk baskıları hala çağımızın gözlemcilerini heyecanlandırmaya devam ediyor. Bu antik baskılarda zikredilen yerler günümüzde yeni baştan keşfediliyor. Bu coğrafya kitabında her eyaletin sınırları işaretlenmiş ve her antik kentin ve kasabanın yeri dikkatle belirlenmiştir. Ancak, gezginlerin şansına bu mekânlar bu antik haritalarda sık sık gerçek coğrafi konumlarının yüzlerce mil ötesindeki noktalara tekabül etmektedir.
Selenography’nin son derece asil araştırmalarında ayın konumuna göre belirli pozisyon alan her dağı, her nehri ve gölü görmekten gözümüz zevk alıyor ama zorluk bu haritanın doğrulanması sırasında ortaya çıkıyor.
Mons. Lapie’nin Kont Guillemont’un desteği ile hazırladığı muhteşem haritadan göze daha güzel görünebilecek ne olabilir? Büyük kentleri ve kasabaları bir yana bırakın, her bir tepe, her bir çay, antik dönemin en küçük yerleşim birimleri dahi insanı şaşırtacak derecede büyük bir titizlikle belirlenmiş. Hatta büyük olasılıkla Türkiye’nin bütün Avrupa yakasının haritası ve Asya kısmına ait haritanın büyük bir kısmı da gerçeğe uygun olabilir.
Ama bugüne kadar yayınlanmış haritalarda Küçük Asya’nın orta bölümlerine bakın – daha doğrusu Kayseri’den Bergama’ya çekilen bir hat ile Karya’nın güney sahilleri ve Likya, Pamfilya ve Kilikya sahilleri arasında kalan ve ta Tarsus’a kadar - Yüzbaşı Beaufort tarafından takdire şayan ve tatminkâr bir şekilde haritası çıkarılan bölgeye bakın. Bu coğrafi alana ait haritada gerçeğe uygun kısım ne kadardır? Keşfedilmeyi bekleyen kısımla karşılaştırıldığında ne kadar az biliniyor…
Anadolu’nun ona hürmet borcu olması gereken Albay Leake’in mütevazı ancak paha biçilemez haritasında ne kadar çok yer hala belirlenmemiş ve kaç tane önemli şehrin yerinde soru işareti bulunuyor!
Bu yazarın son on iki yıldır İzmir’deki İngiliz Kolonisinin Papazı olarak üstlendiği pozisyon ona doğal olarak Anadolu’nun antik coğrafyası hakkında - bunun da ötesinde kendi mesleğine yönelik daha yakın bir ilginin sonucu olarak - Hıristiyanlığın erken tarihinde ulvileşmiş ve takdis edilmiş yerler hakkında bilgi toplama fırsatları sağladı.
Hıristiyanlık için kutsal sayılabilecek bu yerlerin öne çıkanları arasında “Yedi Apokalips Kilisesi”bulunmaktadır.[2] Bu kiliselerin kesin konumu ve harabelerini çoktan beri bilinse de bu yazar bundan altı yıl önce kendisinin buralara yaptığı gezilerin anlatımını Albay Leake’in ona önerdiği önemli coğrafi araştırma notları ile birlikte halka sunma girişiminde bulundu. Eğer bu çalışma bir nebze dikkate değer bir şeyler içerdiyse, bu da büyük oranda bu seçkin coğrafya bilgininin teşviki ve değerli notları sayesinde mümkün oldu.
Aşağıda Albay Leake’e ait günlüklerden alınan bölümler bu yazarın kendisi için belirlediği araştırma konularına ışık tutuyor.
“Herodotus Antik Colossae’den (Honaz) yarım mil kadar uzaklıkta Lycus Çayında (Çürüksu) bir yeraltı mecrasından bahseder ama tarihçinin bu gözlemlerini veya Colossae (Honaz) ve Apamea (Dinar) arasındaki Anava Tuz Gölünün (Acıgöl) varlığını henüz hiçbir gezgin doğrulamamıştır.”
“Antik Apamea’nın konumu kadar – ki Küçük Asya’nın batı kısmının antik coğrafyası için çok önemli bir noktadır - doğuda antik Tyana’nın (Tiyana - Bor) henüz keşfedilmemiş olması, Küçük Asya’daki coğrafi keşiflerde sağlanan kısıtlı ilerleme konusunda daha kuvvetli bir kanıt olamaz.”
“Özellikle Apamea (Dinar) ve Sagalassus (Ağlasun) gibi şehirlerin konumları kesin bir şekilde belirlenmeden okuyucuyu lüzumsuz tahminlerle sıkmak gereksizdir.”
Yazarın, Colossae ve Apamea arasındaki Anava Gölünü, Apamea ve Sagalassus şehirlerini ve modern Chonas – Honaz yakınında Herodot’un anlatımlarına uyan bir nehri keşfetmeyi başardığını ve antik Colossae şehrinin konumunu - neredeyse doğru ama tam kesinlikle değil - keşfettiğini söylemesi maruz görülmelidir.
1832 yılının Ağustosunda, bu kitabın yazarı Lady Franklin’e eşlik etmek üzere bir davet aldı. Kocası Sir John Franklin kuzey yarım kürede coğrafi keşifler gerçekleştirmek için ne kadar büyük şevk ve beceri gösterdi ise Lady Franklin de güney yarım kürede aynı şevk ve beceriyi göstermiştir. Onun seyahati bu sefer Yedi Kilise ile sınırlı idi; ancak yazar bu daveti kabul etmek için çok hevesli olsa da, bünyesinin Ağustos ayının kızgın güneşini kaldıramayacak olması nedeni ile reddetmek zorunda kaldı. Bu olumsuz cevaptan yılmayan Lady Franklin bu geziyi yapmakta ısrar etti. Onun ilim aşkı o kadar kuvvetli idi ki, onunla birlikte seyahat eden doktor arkadaşı Sardis’te atından inip gölgeye sığınırken, Lady Franklin kızgın güneşten aşırı derecede etkilenmesine rağmen Hermus (Gediz) nehrini geçip Lidya Krallarından Halyattes’in tümülüs mezarını inceledi. Doğrusu, Aziz Yohanna’nın yaşadığı dönemlerden beri hiçbir İngiliz hanımı, daha doğrusu atına İngiliz usulü yan binen bir kadın, bu Apokalips kiliselerini gezmiş değildi.
O yılın ilerleyen yaz aylarında yazar bu kitapta anlatılacak olan gezinin planlarını tamamladı.
İzmir’deki mevcut görevlerinden çok uzun süre uzak kalamayacağını göz önünde bulundurarak zamandan tasarruf edebilmek için tekrar ve tekrar Anadolu’nun iç taraflarında yaşayan Türk ve Rum tüccarlardan ve kervan sürücülerinden en detaylı bilgileri topladıktan sonra bu ikinci geziye koyuldu.
Gezinin amacı yazarın topladığı ön bilgiler doğrultusunda önceden belirlediği önemli birkaç antik şehrin harabelerini araştırmaktı. Bu harabeler arasında en başta ve en önemlisi olarak bir Hıristiyan coğrafyacısı için çok büyük önem taşıyan ve Aziz Pavlus’un Hitabeleri ve yaşadığı zulümler ile kutsallaşan Pisidya Antakyası’nın (Yalvaç) yerini belirlemekti. Albay Leake’in dediği gibi bu şehrin konumunun belirlenmesi bu bölgenin ve civarının karşılaştırmalı coğrafyasına katkılar da sağlayacaktı. Yazar aynı zamanda Lystra ve Derbe kalıntılarının yerini belirleme umutları da taşımakta idi.[3] İlk seyahatinde olduğu gibi bugüne kadar varlığı belirlenmiş ve kitaplarda yayınlanmış rotalardan uzak durmaya karar vererek böylece gücünü Küçük Asya’nın merkezi coğrafyasına yöneltti.
Yazara bu seyahatinde bugün İzmir’de Belçika hükümetinin konsolosu olduğunu umduğu çok yakın ve zeki dostu Mösyö Dethier eşlik etmekte idi. Bu gezgin ikili amaçlarına en yüksek beklentilerin çok ötesinde ulaşmayı başardı. Kula civarındaki çok ilginç Catacecaumene[4] bölgesinden geçip pek çok sönmüş volkanların oluşturduğu bölgeyi araştırdıktan sonra seyahatlerinin ilk hedefi olan harabeler arasında antik bir şehrin önemli kalıntılarına ulaştılar. Daha iyi bir isim bulununcaya kadar yazar burayı Clanudda[5] olarak adlandıracak. Ancak kireç taşlarına kazınmış sayısız mezar taşlarındaki yazıtlara bakılırsa bu yerin adı Necropolis olmalı. Daha sonra Hermus (Gediz) ve Meander (Büyük Menderes) nehirleri arasında kalan bölgeden geçerken Eucarpia[6] şehrinin muhtemel kalıntılarını buldular. Frigya bölgesinin en önemli şehirleri olan antik Eumenia ve Apamea kentlerinin Işıklı ve Dinar’da olduğu bulunan yazıtlar sayesinde kesin bir şekilde kanıtlanmıştır.
Gezginler antik mesafe tablolarında Apamea’dan tam 25 mil ötede olduğu belirtilen Apollonia (Uluborlu) şehrinin muhteşem kalıntılarını tam bu mesafede buldular. Burada buldukları yazıtlar sayesinde bu harabenin Apollonia olduğu kesin bir biçimde kanıtlandı. Bunun yanı sıra Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden beri burada yaşayan bir Rum kolonisi ile karşılaşmak bu gezide yaşanan pek çok ilginç şeyler arasında hatırı sayılır buluşlardan birisini oluşturdu. Pisidya Başpiskoposluğu bölgesinde yaşasalar da bu Rum kolonisinin dışarıdaki hiç bir Hıristiyan topluluğu ile ilişkisi yok ve sadece kendi aralarında evleniyorlar.
Apollonia’nın keşfi seyahatin öncelikli hedefi olan Pisidya Antiochea’sının (Yalvaç) keşfinde yardımcı oldu; eski kitaplardaki mesafe tablolarında gösterildiği gibi Apollonia’nın 45 mil ötesinde bu Pisidya şehrinin muhteşem kalıntıları gözler önüne serildi. Kalıntılar çoğunlukla yıkılmış mabetler, kiliseler ve yazarın bugüne kadar gördüğü en muhteşem bir şekilde yapılmış 20 ila 30 boğumlu su kemerlerinden oluşmakta idi.
O noktadan sonra gezginler toplam çevresi en az 100 mil olan Eğridir Gölünün üç tarafındaki kıyıyı dolandılar. Güneyde muhteşem şehir kalıntılarının bulunduğu bilgisini almaları üzerine Isparta üzerinden Büyük İskender’in muhasara etmesi ile ün yapan Sagalassus’a (Ağlasun) gittiler. Oradan Selge harabelerinin izini sürdüler: bu bölgede buldukları harabeler Selge’ye ait olmasa da oldukça önemli bir şehre ait olduğuna şüphe yoktur. Gezginler Perge, Lystra ve Derbe’ye gitmek istediler. Ancak İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordusunun Konya’ya girmesi üzerine antik harabe uğruna kişisel güvenliklerini riske atmanın akıllı bir iş olmadığına karar verdiler. Onun üzerine Burdur’a döndüler ve orada büyük ölçüde yeni bir rota çizerek Honaz’a vardılar. Honaz’da Lycus (Çürüksu) adı verilen nehrin tekrar incelenmesi ile Colossae antik kentinin konumunu Honaz olarak belirlediler.
Her ne kadar bu gezi altı hafta alsa da, bu süre içinde gezilen mesafe bin milin altında olamazdı; Avrupalıların şimdiye kadar tanımadığı, daha doğrusu Avrupa menşeli coğrafya kitaplarında basılmamış yeni keşfedilen yerlere ait yol güzergâhının uzunluğu 600 milden aşağı olmamalı.
Yazar, bu senenin sonbaharında veya gelecek senenin baharında, Pisidya Başpiskoposunun misafirperverliğinden yararlanarak başpiskoposluk bölgesinde – ki bugünkü sınırlarına göre Pisidya, Pamfilya, Likya ve diğer bölgeleri kapsamaktadır - yapacağı ziyaretlerde ona eşlik etmeyi umut ediyordu. Bu gezinin bu önemli ve bugüne kadar çok az araştırılmış bölgelerin fiziksel açıdan coğrafi keşfine katkı yapması beklenebilirdi. Ancak bu yolculukta ağır hastalanan yazarı Tanrının eli fena vurdu ve en az bir mevsim boyunca İzmir’deki görevini terk edip Avrupa’ya dönmesini gerektirdi ve büyük bir zevkle yapmayı umut ettiği keşifleri geleceğe ve daha sorunsuz gezginlere bırakmak zorunda kaldı..
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 59,50 | 59,50 |