—Bir sevda söylencesi nede güzel yakışmış melodilere. Dedi.
Göz göze geldik. Kızardım ve başımı önüme eğdim. Beni dinlediğini anlayınca ne kadar da utanmıştım. Bizim oralarda yüzünü yabancı bir erkeğe göstermek, göz göze gelmek, hele de yüksek sesle türkü söylemek çok ayıp karşılanırdı. Türkü yüklü trenin raylar üzerinden kayarken verdiği rehavetle, farkında olmadan sesimi yükseltmiştim.
Kara bir trenin koynunda tanıştım Mustafa'yla. O töre cinayetinden, ben ise berdel evliliğinden kaçıyordum. Yer yer beyazlamış kirli sakalının arkasına gizlemeye çalıştığı yorgun yüzüyle karşımda oturmuş; gözü dışarıda, kulağı bende dudaklarımdan dökülen türküye vermişti kendini. Daha kızarıklığım geçmemişti ki, birden bire karanlık bastırıverdi! Bir tünele girmiştik. Ve trenimiz tünele girmesiyle; dağların bağrına, törelere, bağnazlığa kara saplı bir hançer gibi saplanıvermişti sanki!
Vagonun içi tekrar aydınlandığında göz göze geldik yine.
—Benim adım Mustafa. Dedi, tokalaşmak için elini uzatarak. Elini tutmadım ama:
—Ben Elif, diyebildim sıkılarak.
Aynı memlekettenmişiz. O Ergani'den, bense Bismil'dendim. Benim gibi o da, ilkel törelerden kaçıyormuş. Uzun uzun anlattı kendini. Acımasız törelerden şikayet etti daha çok. Büyük şehirlerde kimse kimseye karışmazmış, kadın erkek eşitmiş, araba süren kadınlar bile varmış hatta. Ben kah hayran hayran dinliyor, kah etrafımızdaki yolculardan utanarak, anlatılanlar bana değilmiş gibi başka yöne bakınıyordum.
Tren yavaşladıkça tarifsiz bir korku sarıyor tüm bedenimi. Arada dışarıya ve koridorlara bakınıyor, sonra tekrar yerime oturup kulak veriyorum Mustafa'ya. Bir yandan da dua ediyorum titrek bir yürekle. Peşimdekiler benden önce Diyarbakır'a ulaşmasınlar diye.
Yirmi yıl evvel dayısını öldüren adam, üç gün sonra çıkıyormuş hapisten. Onu vurması için bir silah vermişler Mustafa'nın eline, o da kabul etmeyip bu ilkel kanunu, kaçıp uzaklara gitmek için silahıyla birlikte binmiş nereye gittiği belli olmayan bir trene. İstanbul'daki asker arkadaşına gitmeye yolda karar vermiş. Konuşmaktan yorulup soluklandığı bir vakit, kendi kendime konuşuyormuş gibi mırıldanmaya başladım bende. On altı yaşımda olmama rağmen, kendimden kırk beş yaş büyük bir adama rızam olmadan, berdel usulü verilmek istendiğimi söyledim.
Kanım ısınmıştı bu tanımadığım adama. Güven veren bir havası vardı. Bir erkek tarafından değer verilmek, önemsenmek, alışık olmadığım bir duyguydu.
—Bir sevda söylencesi nede güzel yakışmış melodilere. Dedi.
Göz göze geldik. Kızardım ve başımı önüme eğdim. Beni dinlediğini anlayınca ne kadar da utanmıştım. Bizim oralarda yüzünü yabancı bir erkeğe göstermek, göz göze gelmek, hele de yüksek sesle türkü söylemek çok ayıp karşılanırdı. Türkü yüklü trenin raylar üzerinden kayarken verdiği rehavetle, farkında olmadan sesimi yükseltmiştim.
Kara bir trenin koynunda tanıştım Mustafa'yla. O töre cinayetinden, ben ise berdel evliliğinden kaçıyordum. Yer yer beyazlamış kirli sakalının arkasına gizlemeye çalıştığı yorgun yüzüyle karşımda oturmuş; gözü dışarıda, kulağı bende dudaklarımdan dökülen türküye vermişti kendini. Daha kızarıklığım geçmemişti ki, birden bire karanlık bastırıverdi! Bir tünele girmiştik. Ve trenimiz tünele girmesiyle; dağların bağrına, törelere, bağnazlığa kara saplı bir hançer gibi saplanıvermişti sanki!
Vagonun içi tekrar aydınlandığında göz göze geldik yine.
—Benim adım Mustafa. Dedi, tokalaşmak için elini uzatarak. Elini tutmadım ama:
—Ben Elif, diyebildim sıkılarak.
Aynı memlekettenmişiz. O Ergani'den, bense Bismil'dendim. Benim gibi o da, ilkel törelerden kaçıyormuş. Uzun uzun anlattı kendini. Acımasız törelerden şikayet etti daha çok. Büyük şehirlerde kimse kimseye karışmazmış, kadın erkek eşitmiş, araba süren kadınlar bile varmış hatta. Ben kah hayran hayran dinliyor, kah etrafımızdaki yolculardan utanarak, anlatılanlar bana değilmiş gibi başka yöne bakınıyordum.
Tren yavaşladıkça tarifsiz bir korku sarıyor tüm bedenimi. Arada dışarıya ve koridorlara bakınıyor, sonra tekrar yerime oturup kulak veriyorum Mustafa'ya. Bir yandan da dua ediyorum titrek bir yürekle. Peşimdekiler benden önce Diyarbakır'a ulaşmasınlar diye.
Yirmi yıl evvel dayısını öldüren adam, üç gün sonra çıkıyormuş hapisten. Onu vurması için bir silah vermişler Mustafa'nın eline, o da kabul etmeyip bu ilkel kanunu, kaçıp uzaklara gitmek için silahıyla birlikte binmiş nereye gittiği belli olmayan bir trene. İstanbul'daki asker arkadaşına gitmeye yolda karar vermiş. Konuşmaktan yorulup soluklandığı bir vakit, kendi kendime konuşuyormuş gibi mırıldanmaya başladım bende. On altı yaşımda olmama rağmen, kendimden kırk beş yaş büyük bir adama rızam olmadan, berdel usulü verilmek istendiğimi söyledim.
Kanım ısınmıştı bu tanımadığım adama. Güven veren bir havası vardı. Bir erkek tarafından değer verilmek, önemsenmek, alışık olmadığım bir duyguydu.
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 61,20 | 61,20 |