Mehmet Emen Erişirgil’in İslâmcı Bir Şairin Romanı: Mehmet Âkif isimli eseri, Âkif hakkında bugüne değin yazılmış en iyi kitaplardan birisidir. Âkif’le şahsi dostluğu ve iş arkadaşlığı da bulunan yazar bu incelemesinde Âkif’e ilişkin şahsi gözlem ve kanaatlerini objektif verilerle birleştirmiş, kitap ilk defa Türkiye’de yeni bir dönemin başladığı yıllarda (1956) yayımlanmıştır. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil ve Prof. Dr. Cem Alpar tarafından yayına hazırlanan bu eser Âkif hakkında birinci el gözlemleri yansıtan eşsiz bir kaynaktır: “Ders vermek için gece kaldığı yerlerden biri meşhur Ratip Paşa’nın köşkü idi. Bu köşktedir ki ilk defa Cenap Şahabeddin ile tanıştılar. Cenap, Âkif’i görünce onun Servet-i Fünûn’da çıkan Bedayi-ül Acem başlıklı tercümelerini hatırladı; belki samimi olarak belki laf olsun diye, o tercümeler ne güzel, şeklinde Âkif’i methetti; o sözü bitirince yanındaki kardeşi Nusret başladı Âkif’i övmeye. Âkif’in yüzüne karşı Âkif’i övmek yok mu, onun en sevmediği bu idi. (…) Bir gece o köşkte yatarken Mehmet Ali, Âkif’e Quo Vadis’in Fransızcasını veriyor. (…) Âkif, o gece, kitabı bitirmek için çok az uyumuştur. Fakat eseri bitirememiş. Sabahleyin kalktığı zaman, salonun bir köşesine oturmuş, bunu bitirmeye çalışıyormuş. O sırada Cenap gelmiş, Âkif’in elindeki kitabın ne olduğunu sormuştu. Öğrenince yumruğu ile burnunu kapatarak: -Quo Vadis’i okuyorsunuz, siz… Fransızcasını!... diye tuhaf tuhaf Âkif’in yüzüne bakakalmıştı. O bunu hiç unutamamıştır. (…) Yıllar ve yıllardan sonra ilk defa Ratip Paşa Konağı’nda tanıdığı Cenap Şahabeddin, Âkif için şunları yazacaktır: ‘Tevazua bürünmüş bir kalender besaleti ile Babıâli Yokuşu’nda onu görenler, kim bilir hangi mekteb-i iptidainin Kavaid yahut Dürriyekta hocasıdır, derler. Kimse tahmin etmez ki o, bizim yalnız asrımızın değil, hatta tarihimizin en büyük destan şairi olsun. (…) Âkif Bey’in sanatı, sehl-i mümteniye tecevvüh etmekle o, selamet-i zevke en muvafık yolu bulmuş oluyordu ve hayret edilecek nokta şudur ki sanatın bu en çetin ve dar yolunda şair hiç şaşmadı. Safahat silsilesi emin bir başarı silsilesidir. O silsilenin altıncısını -ki müellifi Asım unvanını vermiş- edebiyatımızda benzeri olmayan bir abide tanımakta tereddüt etmiyorum.’ Cenap bir başka yazısında da şunu diyecekti: “Şiir-i millî namiyle ırkımızın rüsum ve an’anatına ait neşideler kasdediyorsak peşinde boyun eğeceğimiz bir dâhi şair görüyorum: Mehmet Âkif. Hiç kimse o kadar sâf ve şeffaf bir beyan içinde millî manzaraları teşhir etmemiştir. Türk ve İslâm ruhu Safahat’ın ilhamının beşiği oldu. Edebiyat tarihi şimdilik büyük Âkif’ten daha büyük bir İslâm ve Türk şairi tanımaz.”
Mehmet Emen Erişirgil’in İslâmcı Bir Şairin Romanı: Mehmet Âkif isimli eseri, Âkif hakkında bugüne değin yazılmış en iyi kitaplardan birisidir. Âkif’le şahsi dostluğu ve iş arkadaşlığı da bulunan yazar bu incelemesinde Âkif’e ilişkin şahsi gözlem ve kanaatlerini objektif verilerle birleştirmiş, kitap ilk defa Türkiye’de yeni bir dönemin başladığı yıllarda (1956) yayımlanmıştır. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil ve Prof. Dr. Cem Alpar tarafından yayına hazırlanan bu eser Âkif hakkında birinci el gözlemleri yansıtan eşsiz bir kaynaktır: “Ders vermek için gece kaldığı yerlerden biri meşhur Ratip Paşa’nın köşkü idi. Bu köşktedir ki ilk defa Cenap Şahabeddin ile tanıştılar. Cenap, Âkif’i görünce onun Servet-i Fünûn’da çıkan Bedayi-ül Acem başlıklı tercümelerini hatırladı; belki samimi olarak belki laf olsun diye, o tercümeler ne güzel, şeklinde Âkif’i methetti; o sözü bitirince yanındaki kardeşi Nusret başladı Âkif’i övmeye. Âkif’in yüzüne karşı Âkif’i övmek yok mu, onun en sevmediği bu idi. (…) Bir gece o köşkte yatarken Mehmet Ali, Âkif’e Quo Vadis’in Fransızcasını veriyor. (…) Âkif, o gece, kitabı bitirmek için çok az uyumuştur. Fakat eseri bitirememiş. Sabahleyin kalktığı zaman, salonun bir köşesine oturmuş, bunu bitirmeye çalışıyormuş. O sırada Cenap gelmiş, Âkif’in elindeki kitabın ne olduğunu sormuştu. Öğrenince yumruğu ile burnunu kapatarak: -Quo Vadis’i okuyorsunuz, siz… Fransızcasını!... diye tuhaf tuhaf Âkif’in yüzüne bakakalmıştı. O bunu hiç unutamamıştır. (…) Yıllar ve yıllardan sonra ilk defa Ratip Paşa Konağı’nda tanıdığı Cenap Şahabeddin, Âkif için şunları yazacaktır: ‘Tevazua bürünmüş bir kalender besaleti ile Babıâli Yokuşu’nda onu görenler, kim bilir hangi mekteb-i iptidainin Kavaid yahut Dürriyekta hocasıdır, derler. Kimse tahmin etmez ki o, bizim yalnız asrımızın değil, hatta tarihimizin en büyük destan şairi olsun. (…) Âkif Bey’in sanatı, sehl-i mümteniye tecevvüh etmekle o, selamet-i zevke en muvafık yolu bulmuş oluyordu ve hayret edilecek nokta şudur ki sanatın bu en çetin ve dar yolunda şair hiç şaşmadı. Safahat silsilesi emin bir başarı silsilesidir. O silsilenin altıncısını -ki müellifi Asım unvanını vermiş- edebiyatımızda benzeri olmayan bir abide tanımakta tereddüt etmiyorum.’ Cenap bir başka yazısında da şunu diyecekti: “Şiir-i millî namiyle ırkımızın rüsum ve an’anatına ait neşideler kasdediyorsak peşinde boyun eğeceğimiz bir dâhi şair görüyorum: Mehmet Âkif. Hiç kimse o kadar sâf ve şeffaf bir beyan içinde millî manzaraları teşhir etmemiştir. Türk ve İslâm ruhu Safahat’ın ilhamının beşiği oldu. Edebiyat tarihi şimdilik büyük Âkif’ten daha büyük bir İslâm ve Türk şairi tanımaz.”
Taksit Sayısı | Taksit tutarı | Genel Toplam |
---|---|---|
Tek Çekim | 164,25 | 164,25 |